HUKUK GENEL KURULU
2018/176 Esas
2021/1397 Karar
MAHKEMESİ : İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Trabzon İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin dava dışı Trabzon Belediyesinde çalışırken iş sözleşmesinin 04.02.2010 tarihinde feshedildiğini, davalı Kuruma müracaatı üzerine kendisine yaşlılık aylığı bağlandığını, bu arada açtığı feshin geçersizliği ve işe iade davasının müvekkilinin lehine sonuçlandığını, ancak işvereni tarafından işe başlatılmayarak 4 aylık boşta geçen süre ücretinin ödendiğini, 4 aylık boşta geçen süre ücreti ödendiğinden davalı Kurumca bu süreye ilişkin yaşlılık aylığının kesildiğini, Kurum işleminin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek şimdilik 500TL yaşlılık aylığının kesilme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; ıslah dilekçesi ile talebini 4.100,97TL’ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; 12.02.2010 tarihli tahsis talebine istinaden davacıya 15.02.2010 tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlandığını, ancak işvereni tarafından aylık başlangıç tarihinden itibaren 4 aylık süreye ait prim ve hizmet belgesi verildiğini, bu nedenle 506 sayılı Kanun’un 62. ve 5510 sayılı Kanun’un 28. maddelerinde öngörülen işten ayrılma koşulu yerine getirilmediğinden ayrıca 5335 sayılı Kanun gereği yaşlılık aylığı kesilmeden kamu işyerlerinde çalışılması mümkün olmadığından yaşlılık aylığının kesildiğini ancak 4 aylık sürenin ilavesi ile belirlenen işten ayrılış tarihi olan 14.06.2010 tarihini takip eden 15.06.2010 tarihi itibariyle yeni bir tahsis talebi aranmaksızın aylık bağlandığını, Kurum işleminde hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Trabzon İş Mahkemesinin 16.10.2012 tarihli ve 2011/854 E., 2012/766 K. sayılı kararı ile; işe iadesine karar verilmesi üzerine davacının boşta geçen 4 aylık süreye ilişkin ücretlerinin ödenerek sigorta primlerinin yatırıldığı, ancak yatırılan primlerin fiili çalışma karşılığı olmayıp kesinleşen mahkeme kararı gereği olduğu, ödenen prim tutarı ile aynı dönemde ödenen yaşlılık aylığının miktarı karşılaştırıldığında davalı Kurumun zararının bulunmadığı, kaldı ki yaşlılık aylığı bağlanma şartlarını taşıyan davacının çalıştığı işten ayrıldığı dikkate alındığında ihtilaf konusu dönemde sırf bu nedenle tahsis talebinde bulunmamasının kendisinden beklenemeyeceği, aksi durumun hayatın olağan akışına ters düşeceği, bu nedenlerle aylık kesme işleminin hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Trabzon İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 30.01.2014 tarihli ve 2012/21973 E., 2014/1490 K. sayılı kararı ile; “…Somut olayda, davacının Trabzon Belediyesi’nde kütüphane görevlisi olarak çalışırken 04.02.2010 tarihinde kıdem ve ihbar tazminatları ödenerek iş akdinin sona erdirildiği, işsiz kalan davacının başvurusu üzerine kendisine 15.02.2010 tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra feshin iptali ve işe iadesine dair açtığı davanın lehine sonuçlandığı ve kesinleşen yargı kararı gereği işe iadesi için işverenliğe müracaat etmesine rağmen, işe başlatılmadığı, boşta geçen 4 aylık ücretinin davacıya ödendiği, bunun üzerine işveren tarafından davacı adına aylık başlangıç tarihi itibariyle 4 aylık süreye ait tüm sigorta kollarına tabi hizmet belgesi verildiği, diğer bir anlatımla yaşlılık aylığı bağlanmasından sonra 2010/2, 3, 4 ve 5. aylara ilişkin olarak işe iade kararı ve işe başlatılmamaya bağlı olarak ücretleri ödenerek bu süreye denk gelen sigorta primlerinin de davalı kuruma yatırıldığı; davalı SGK’nca mülga 506 sayılı Yasa’nın 62. maddesi ve 5510 sayılı Yasa’nın 28. maddesi gereği işten ayrılma şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle yaşlılık aylığı tahsisinin iptal edildiği görülmektedir.
Uyuşmazlık, iş akdi sona erdirilen ve bu nedenle açılan işe iade ve feshin iptali davasının davacıya yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra lehine sonuçlanması üzerine 4 aylık ücretinin ödenmesi ve bu 4 aylık döneme ait sigorta primlerinin de yatırılması nedeniyle SGK’nca anılan döneme ait yaşlılık aylıklarının kesilmesi işleminin yerinde olup olmadığına ilişkindir.
Bu konuda sağlıklı bir sonuca varabilmek için öncelikle yaşlılık aylığı almaya ilişkin koşulların irdelenmesi gerekmektedir. 5510 sayılı kanun ve mülga 506 sayılı kanunun yaşlılık aylığı bağlanmasına ilişkin hükümlerine bakıldığında bu koşulların; belirli bir yaşın doldurulması ve prim ödeme gün sayısının tamamlanması; işten ayrılınması ve sigortalının kuruma başvuruda bulunması olduğu anlaşılmaktadır. Kurum bu koşulların tamamlandığı gerekçesi ile yaşlılık aylığı bağlanması için yapılan başvuruyu kabul ederek davacıya aylık bağlamıştır. Öte yandan 4857 sayılı İş Kanun’un “Geçersiz Sebeple Yapılan Feshin Sonuçları” başlıklı 21’inci maddesi hükmü uyarınca; işverenlerce geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçersizliği mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işverenin işçiyi bir ay içerisinde işe başlatması gerekmektedir. İşçinin kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde işe başlamak için işverene başvurusuna rağmen işe başlatılmaz ise işveren tarafından işçiye;
– Mahkeme veya özel hakem tarafından belirlenecek en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat,
– Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer haklarının ödenmesi gerekmektedir.
Boşta geçen süre içerisinde, iş ilişkisinin devam edip etmediği belirsizdir. Mahkemenin iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespitine ilişkin kesinleşmiş kararı üzerine davacının iş akdi hiç feshedilmemiş gibi hüküm doğurmaktadır. Başka bir ifadeyle işverenin feshi, mahkemece verilen feshin geçersizliği kararı ile birlikte hükümsüz (geçersiz) hale gelmiştir. Açık bir anlatımla fesih hiç yokmuş gibi iş akdi geçerli olarak devam etmekte ve hukuken geçerli sayılmaktadır. Bu bağlamda iş sözleşmesi, işveren tarafından bir aylık süre içinde işe başlatılmadığı zamana kadar aralıksız devam etmektedir. İşveren işçiye çalıştırılmadığı bu süre için, görülmesi gereken işin ifasının karşılığını ödemek zorundadır. İşçinin, feshin geçersizliğinin tespiti ile işe iadesine karar verilmesi halinde, boşta geçen en çok dört aya kadar olan süre işçinin kıdeminin ve yıllık ücretli izin alacağının hesabında dikkate alındığı gibi, boşta geçen süre ücreti ödemesinden sigorta primi de kesilecektir. Nitekim Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin E. 2007/29283, K. 2008/27243 ve 14.10.2008 tarihli kararında da belirtildiği gibi “İşe iade davasında kararın kesinleşmesine kadar geçecek olan en çok 4 aya kadar süre hizmet süresine eklenmeli, ihbar ve kıdem tazminatı ile izin hakkı bakımından çalışılmış gibi değerlendirilmelidir. Boşta geçen sürenin en çok 4 aylık kısmı içinde gerçekleşen diğer haklar kavramına ikramiye, gıda yardımı, yol yardımı, yakacak yardımı ve servis gibi parasal haklar dahil edilmelidir. Söz konusu hesaplamaların işçinin belirtilen dönemde işyerinde çalışıyormuş gibi yapılması ve para ile ölçülebilen tüm değerlerin dikkate alınması gerekir.” Davacı işçi işe başlamak için süresinde işverene başvurmuş ise de, işverence işe başlatılmadığı için İş Kanunu’nun 21. maddesinde belirtilen sonuçlar kanun gereği doğmuştur.
Öte yandan mülga 506 sayılı Yasa’nın 62. maddesi ve 5510 sayılı Yasa’nın 28. maddesi gereği yaşlılık aylığı bağlanmasının yasal koşullarından biri olan başvuru tarihinde işten ayrılmış olma koşulunun bu tespit karşısında yeniden değerlendirmek gerekmiş olup, somut olayda davacı tahsis talep tarihi olan 12.02.2010 tarihinde, tahsis için gerekli yasal koşul olan işten ayrılmış olma şartını taşımadığından ve boşta geçen 4 aylık dönemde hizmet akdi devam ettiğinden SGK’nun davacıya bağladığı yaşlılık aylığını ihtilaflı dönem için kesmesi yerindedir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacının ve davalı SGK’nun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bozma sonrası dosyanın tevzi edildiği Trabzon 2. İş Mahkemesinin 25.11.2014 tarihli ve 2014/233 E., 2014/619 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten davacının iş sözleşmesinin feshinden sonra tahsis talebinde bulunduğu, sonradan işe iadesine karar verilmesinin işe iade tarihine kadar işten ayrıldığı ve hizmet akdinin kesintiye uğradığı gerçeğini ortadan kaldırmayacağı, 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesinde işverenin işçiyi bir ay içinde işe başlatmasından söz edildiğine göre işçinin geçersiz sayılan fesih sırasında işten ayrıldığının kabulü gerektiği, öte yandan ödenen 4 aylık boşta geçen süre ücretinin işçinin bu dönemde işsiz kalması nedeniyle ödenen tazminat niteliğinde olduğu, işçinin yaşlılık aylığı bağlandıktan sonraki dönemdeki ücretlerini 506 sayılı Kanun’un 63. maddesine göre destek primi ödeyerek almasının da mümkün olduğu, aksi kabulün hak arama özgürlüğüne de engel olacağı belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davasının lehine sonuçlanması üzerine davacının işvereni tarafından işe başlatılmayarak 4 aylık boşta geçen süre ücretinin ve bu döneme ilişkin sigorta primlerinin ödendiği dikkate alındığında; 4 aylık boşta geçen süre içinde 506 sayılı Kanun’un 62. ve 5510 sayılı Kanun’un 28. maddeleri uyarınca yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunulması için gereken işten ayrılma koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediği; buradan varılacak sonuca göre 4 aylık boşta geçen süreye ait aylıklarının kesilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. 4857 sayılı İş Kanunu’nun (İş Kanunu) 18 ve devamı maddelerinde iş güvencesi sistemi düzenlenmiştir. 12.10.2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) 11. maddesi ile İş Kanunu’nun 20. ve 21. maddelerinde değişiklikler yapılmış ve zorunlu arabuluculukla ilgili düzenlemeler getirilmiş ise de, uyuşmazlık bu değişikliklerden önceki döneme ilişkin olduğundan İş Kanunu’nun 7036 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki hükümlerine yer verilecek ve bu kapsamda açıklamalar yapılacaktır.
13. İş güvencesi hükümleri ile bu kapsama giren iş ilişkileri bakımından işverenin fesih serbestisi sınırlandırılmış, süreli fesih hakkının doğumu Kanun’da belirtilen “geçerli nedenlerin” varlığına bağlandığı gibi, geçerli nedenlerin varlığını ispat yükü işverene yüklenmiştir. İlaveten geçerli nedenler gerçekleşmeden yapılan fesihlerde işçinin işe iadesi ve iş güvencesi tazminatı (işe başlatmama tazminatı) ile boşta geçen sürelere ilişkin olarak en çok dört aya kadar ücretinin ödenmesi öngörülmüştür.
14. 4857 sayılı İş Kanunu ile 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun (Basın İş Kanunu) kapsamında kalan ve 30 veya daha fazla işçi çalıştıran bir işyerinde belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan, işveren vekili konumunda olmayan ve işyerindeki kıdemi en az 6 ay olan işçinin iş sözleşmesi ancak işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanarak feshedilebilir. Ayrıca işveren yeterliliği veya davranışları nedeni ile iş sözleşmesini feshedeceği işçinin fesihten önce savunmasını almak ve her hâlde fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.
15. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesine göre iş sözleşmesi feshedilen işçi fesih bildiriminin tebliğ tarihinden itibaren bir aylık hak düşürücü süre içinde fesih bildiriminde sebep gösterilmediği ya da gösterilen sebebin geçerli sebep olmadığı iddiası ile dava açabilir.
16. Feshin geçersizliği ve işe iade istemiyle dava açıldığında, mahkemece işverenin yaptığı feshin İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddelerine uygun ve geçerli bir fesih olmadığı tespit edildiği takdirde Kanun’un 21. maddesine göre feshin geçersizliğine karar verilir. Bu durumda işveren kesinleşen mahkeme kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde başvurması hâlinde işçiyi kendisine tanınan bir aylık süre içinde işe başlatmak zorundadır. İşveren işçiyi işe başlatmazsa en az 4, en fazla 8 aylık ücreti tutarında tazminat (işe başlatmama tazminatı) ile ayrıca işe başlatılsın ya da başlatılmasın kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer haklarını ödemekle yükümlü olur.
17. Her ne kadar İş Kanununun 21. maddesinde işverence yapılan feshin geçersizliğinden söz ediliyorsa da, mahkeme tarafından bu konuda verilen karar mutlak anlamda, genel hükümlere uygun, yargının karar vermesiyle hemen devreye giren bir geçersizlik değildir. İK 2’de deyim yerindeyse kendine özgü bir geçersizlik öngörülmüştür (Süzek, Sarper: İş Hukuku, Yenilenmiş 14. Baskı, İstanbul 2017, s, 646).
18. Zira 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinde getirilen düzenlemede, mahkemece işe iadeye karar verildiğinde işçi 10 iş günü içinde işe başlamak üzere başvuruda bulunmazsa işverence yapılan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun sonuçları ile sorumlu olur. Aksine işçi 10 iş günü içinde işe başlatılmasını işverene bildirmiş ise, bu durumda işveren işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. Ancak bu zorunluluk mutlak bir zorunluluk olmayıp, Kanun işverene bu noktada seçim hakkı tanımıştır. İşveren işçiyi işe başlatabileceği gibi, işe başlatmak yerine iş güvencesi tazminatı ödeme seçeneğini tercih edebilir.
19. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesine göre yargı organı tarafından feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işçiyi bir ay içinde işe başlatmayan işveren iş akdini feshetmiş olur. İş akdi bir aylık işe başlatma süresinin dolması tarihinde veya bu süre içinde işverenin işçiyi işe başlatmamaya yönelik irade açıklamasıyla feshedilmiş sayılır. Başka bir deyişle iş akdi başta geçersiz fesih yapıldığında değil işçinin işe başlatılmaması tarihinde sona erer ( Süzek, s. 651).
20. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca işçiye ödenen 4 aylık boşta geçen süre ücreti maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere işçinin çalıştırılmadığı süreye ilişkin bir ücret olup fiili çalışma karşılığı yapılan bir ücret ödemesi değildir. Aksine işçi bu ücreti çalışmadan almaktadır.
21. Gelinen bu noktada 27.04.2005 tarihli ve 25798 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (5335 sayılı Kanun) 30. maddesindeki düzenleme üzerinde durulması gerekmekte olup anılan Kanun’un 30. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar. Hukuk Genel Kurulunun 27.11.2018 tarihli ve 2015/21-1751 E., 2018/1790 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere yasal düzenlemelere aykırı biçimde çalışılması durumunda fiilen çalışılan dönemdeki emeklilik veya yaşlılık aylıklarının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından kesilmesi ve yersiz aylıkların istirdadı söz konusu olacaktır. Görüldüğü üzere 5335 sayılı Kanun’un 30. maddesinin 2. fıkrası kapsamında yaşlılık aylığının kesilmesine neden olan hâl, “fiili çalışma” olgusudur.
22. Yeri gelmişken yaşlılık aylığı bağlanma koşullarına değinilmelidir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) Geçici 7. maddesinin 1. fıkrası uyarınca somut olayda uygulanması gereken 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 59. maddesinde yaşlılık aylığından sağlanan yardımlar sigortalıya yaşlılık aylığı bağlanması ve toptan ödeme yapılması olarak gösterilmiş olup Kanun’un 60. maddesinde ise yaşlılık aylığına hak kazanma koşulları düzenlenmiştir. Buna göre belli bir süre sigortalı olmak yanında belirlenen süre kadar prim ödenmesi ve belli bir yaşın doldurulması yaşlılık aylığı bağlanması için gereklidir. Yine 4447 sayılı Kanun ile eklenen Anayasa Mahkemesinin iptali kararı sonrasında 4759 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenen 506 sayılı Kanun’un Geçici 81. maddesinde ise yaşlılık aylığı bağlanmasında kademeli bir geçiş sistemi hüküm altına alınmıştır.
23. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin 03.03.2021 tarihli ve 31412 sayı Resmî Gazetede yayımlanan 14.01.2021 tarihli ve 2019/104 E., 2021/3 K. sayılı kararı ile 506 sayılı Kanun’un 62. maddesinin 1. fıkrasındaki “çalıştığı işten ayrıldıktan sonra” ibaresi iptal edilmiştir.
24. Somut olayda; dava dışı Trabzon Belediyesinde çalışmakta iken iş sözleşmesi 04.02.2010 tarihinde feshedilen davacıya 12.02.2010 tarihli tahsis talebine istinaden 15.02.2010 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlandığı, Trabzon İş Mahkemesinin 04.06.2010 tarihli ve 2010/129 E., 2010/516 K. sayılı kararı ile feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davasının kabul edilerek davacının işe iadesine karar verildiği, ayrıca süresinde başvurmasına rağmen işe başlatılmadığı takdirde ödenmesi gereken işe başlatmama tazminatının 4 aylık ücreti olarak belirlendiği, yine süresinde işe başlatılması için başvurması hâlinde kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aylık boşta geçen süre ücretinin ve diğer haklarının davacıya ödenmesi gerektiğinin hüküm altına alındığı, kararın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 20.09.2010 tarihli ilamı ile onanarak kesinleştiği, ancak davacının işvereni tarafından işe başlatılmamakla birlikte 4 aylık boşta geçen süre ücretinin ödendiği ve bu döneme ilişkin çalışmasının da Kuruma bildirilerek sigorta primlerinin yatırıldığı, bu nedenle davalı Kurum tarafından işten ayrılma koşulunun gerçekleşmediği ve 5335 sayılı Kanun’a göre yaşlılık aylığı kesilmeden kamu işyerinde çalışılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle yaşlılık aylığının kesildiği, 15.06.2010 tarihi itibariyle yeni bir tahsis talebi aranmaksızın tekrar yaşlılık aylığı bağlandığı, 4 aylık süre içinde ödenen 4.100,97TL’nin borç çıkarıldığı ve bunun üzerine eldeki davanın açıldığı görülmüştür.
25. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; iş sözleşmesinin 04.02.2010 tarihinde feshinden sonra açtığı feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davasının lehine sonuçlanmasına rağmen davacı işvereni tarafından işe başlatılmamış, ancak işe iade kararı gereği 4 aylık boşta geçen süre ücreti ödenerek bu süreye ilişkin sigorta primleri yatırılmış ise de, davacıya ödenen ücret ve yatırılan sigorta primleri fiili çalışma karşılığı olmayıp 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinde belirtildiği üzere iş güvencesi hükümleri kapsamında çalıştırılmadığı süreye ilişkindir. Bu nedenle davalı Kurum tarafından davacının fiili çalışması olmadığı hâlde çalıştığı işten ayrılmadığı gerekçesiyle 4 aylık süreye ilişkin yaşlılık aylığının kesilerek yapılan ödemelerin borç çıkarılması işlemi yerinde olmayıp direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
26. Hâl böyle olunca direnme kararı yerindedir.
27. Ne var ki, bozma nedenine göre hüküm altına alınan alacağın miktarına ve diğer yönlere ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
28. Öte yandan kararın davalı … vekili tarafından temyiz edilmesine ve davacı vekilinin temyiz isteminin bulunmamasına rağmen Özel Daire bozma kararında “davacının ve davalı SGK’nın bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır” cümlesindeki “davacının” ifadesinin maddi hata sonucu yazıldığı anlaşılmıştır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan davalı … vekilinin hüküm altına alınan alacağın miktarına ve diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 11.11.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU
2017/978 Esas
2021/1215 Karar
MAHKEMESİ : Sulh Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (Kapatılan) Kartal 2. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirket ile davalı şirket arasında akdedilen 11.01.2011 tarihli kira sözleşmesi ile dava konusu taşınmazın kiralandığını, sözleşmenin süresinin 01.02.2011 başlangıç ve 31.12.2015 bitiş tarihli olmak üzere 1+4 yıllık olduğunu, kira bedelinin de aylık 3.000TL olarak kararlaştırıldığını, kira sözleşmesinin başlangıç tarihi itibariyle ilk dört aylık yani 2011 yılı Şubat-Mart-Nisan-Mayıs ayları kira bedelleri karşılığı davalıya 22.05.2011 tarihli ve 12.000TL bedelli fatura düzenlenerek gönderildiğini, davalı tarafın söz konusu faturaya itiraz etmediği gibi herhangi bir ödemede de bulunmadığını, bu nedenle davalı aleyhine Kartal 2. İcra Dairesinin 2011/8148 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını ancak davalının ödemeyi geciktirmek amacıyla haksız ve kötü niyetli olarak takibe itiraz ettiğini, davalının, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 23. maddesine göre itiraz etmeyerek faturayı kabul ettiğini ileri sürerek itirazın iptali ile alacağın tahsiline ve haksız itiraz nedeniyle asıl alacağın %40’ı oranında icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının dava dilekçesinde ödenmeyen ilk dört aylık kira bedeli karşılığı 22.05.2011 tarihli ve 12.000TL bedelli faturanın müvekkiline gönderdiğini belirttiği, bilindiği üzere faturanın alt kısmının satıcının yani somut olayda kiralayanın yetkili kişilerince imzalanması ve kaşe vurulması hâlinin fatura bedelinin tahsil edildiği anlamını taşıdığını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2004 tarihli ve 2004/11-69 E., 2004/91 K. sayılı kararında “Taraflar arasındaki araç kira sözleşmesine ilişkin kiralayan tarafından kiracı adına düzenlenen fatura kapalı olarak düzenlendiğinden, bu durum fatura bedelinin ödendiğine karine teşkil eder. Bu itibarla ispat külfeti kiralayana düşmekte olup faturanın ödenmediğini kiralayan kanıtlamalıdır.” şeklinde karar verildiğini, takibe konu fatura incelendiğinde faturanın kiralayan Kulaksızoğlu Sağlık Turizm ve Gayrimenkul Ticaret Ltd. Şti. tarafından kaşe vurularak imzalandığını, bu nedenle müvekkilinin davacı şirkete borcunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. (Kapatılan) Kartal 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.10.2012 tarihli ve 2012/404 E., 2012/1405 K. sayılı kararı ile; her ne kadar davacı, icra takibine konu faturadan dolayı davalıdan alacaklı olduğunu ileri sürerek davalı aleyhine icra takibi yapmış, davalı taraf borca itiraz etmiş ve davacı tarafından işbu dava açılmış ise de, takibin dayanağı olan kira alacağına ilişkin faturanın alt kısmında alacaklı şirketin kaşesi ve yetkilisinin imzasının bulunduğu yani kapalı fatura olduğu, alacaklı tarafın imzaya itiraz etmediği, bu durumda fatura bedelinin ödenmiş olarak kabulünün gerektiği, davacının davalıdan olan alacağının daha önce tahsil edildiği ve davalının itirazlarının yerinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 23.01.2014 tarihli ve 2013/7970 E., 2014/784 K. sayılı kararı ile; “…Dava, kira alacağının tahsili için başlatılan icra takibine itirazın iptali, istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında 01/02/2011 başlangıç tarihli aylık 3000 TL bedelli kira sözleşmesi konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı vekili tarafından 28/09/2011 tarihinde başlatılan icra takibinde kira alacağına ilişkin fatura bedeline dayalı olarak 2011 yılı 1.3.4.5. aylar kira alacakları toplamı 12.000 TL alacağın 459 TL yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir. Davalı borçlu süresi içinde vermiş olduğu itiraz dilekçesinde, kira borcu olmadığını bildirmiştir. İtirazın iptali istemi ile açılan davada mahkemece takibe dayanak faturanın kapalı fatura olduğu, kapalı fatura bedelinin ödenmiş olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek davanın reddine karar vermiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Öğretide ve Yargıtay içtihatlarında; Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında, müşterinin borçlandığı tutarı göstermek üzere, emtiayı satan veya iş yapan tacir tarafından müşteriye verilen bir ticari vesika olarak tarif edilmektedir. Ticari bir işletmesi gereği bir mal satmış veya imal etmiş yahut bir iş görmüş veyahut bir yarar sağlamış tacirden, diğer taraf kendisine bir fatura verilmesini ve bu faturanın bedeli ödenmişse, bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir. Ticari örf ve adete (teamüle) göre, faturanın kapalı olarak düzenlenmiş olması, o fatura bedelinin ödendiğine karine teşkil eder. Bu fatura üzerine ayrıca bedeli alınmıştır sözcüklerinin yazılması gerekli değildir. Faturayı düzenleyenin bu karinenin aksini geçerli delillerle kanıtlaması gerekir.
Dava konusu kira alacakları için icra takibinde dayanılan fatura kapalı fatura olup, kural olarak kapalı fatura ödemeye karine teşkil eder. Bu karinenin aksini iddia eden ispatla yükümlüdür. Somut olay bakımından kapalı fatura ile ilgili karine üzerinde durulup tartışılarak ve bu karinenin aksinin ispatı ile ilgili olarak taraf delilleri toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği halde, faturanın kapalı fatura olduğu gerekçesi ile eksik inceleme sonucunda yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 01.07.2014 tarihli ve 2014/237 E., 2014/449 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelerin yanında, mahkemenin tabî olduğu basit yargılama usulüne göre, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 318. maddesi gereğince tarafların dilekçeleri ile birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorunda olduğu, davacı tarafın ön inceleme duruşmasında delillerin ibrazı için süre istemediği, davalı tarafa yemin teklifinde de bulunmadığı, taraflarca ibraz edilmeyen defterlerin mahkemece zorla temin edilerek re’sen bilirkişi incelemesi yaptırılması veya davacı tarafça hangi hususta yemin teklif edildiği açıkça belirtilmeden davacı adına davalı tarafa re’sen yemin teklifinde bulunulmasının HMK’nın 225 ve devamı maddeleri gereğince usulen mümkün olmadığı, yasal defterler ve yemin delilinin dava dilekçesindeki deliller arasında hiç belirtilmediği, bu nedenle fatura bedeli gerçekte hiç ödenmemiş olsa bile faturadaki bu imzanın davacıyı bağlayacağı, çünkü her iki tarafın da tacir olduğu, basiretli bir tacir gibi davranması beklenen davacının, faturanın alt kısmındaki imzanın ve şirket kaşesinin borcun ödendiğine karine teşkil edeceğini öngörmesi gerektiği, bu durumda fatura bedelinin ödenmiş olarak kabulünün gerektiği gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, kapalı fatura ile ilgili karine üzerinde durulup tartışılmasının ve bu karinenin aksinin ispatı ile ilgili olarak taraf delillerinin toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, uyuşmazlık noktası özelinde, ispat yükünün belirlenmesi ve mahkemelerce delil toplanması usulü konularına değinmekte fayda vardır.
13. Hak arama özgürlüğünün tam olarak yerine getirilmesi, iddia ve savunma haklarının fiilen kullanılabilmesini gerektirir. Bu da, davacı ve davalıya ispat hakkı verilmesiyle sağlanabilir. HMK’nın 189/1. maddesine göre; taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir. İspatın konusunu; tarafların üzerinde anlaşamadıkları, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için taraflarca delil gösterilir.
14. Davada gereksiz delil toplanmaması ve delillerin sağlıklı olarak yargılamaya kazandırılması için öncelikle dayanılan vakıalar bakımından ispat yükünün kimde olduğunun ve hangi delillerle bu vakıanın ispatlanabileceğinin belirlenmesi gerekir.
15. Dayanılan vakıaların kim tarafından ispat edilmesi gerektiği hususu ispat yüküyle ilgilidir ve ispat yükünün kimde olduğu konusunda iki temel kural vardır. Bunlar; kanunda aksine özel bir düzenleme olmadıkça; taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü olması [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 6] ve iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafın ispat yükü altında olması (HMK m. 190) kurallarıdır. Bu temel kurallara rağmen elbette ki kanuni veya fiili karine bulunması hâlinde ispat yükü bu karinelerin aksini savunan tarafta olacaktır.
16. Dava dilekçesinde davacı iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini göstermek (HMK m. 119/1-e,f) ve delillerin toplanabilmesi için başlangıçta alınması gereken masraf tutarı olan gider avansını dava açılırken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır (HMK m. 120/1).
17. Yine, HMK’nın 121. maddesine göre “Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur”.
18. Diğer yandan sulh hukuk mahkemelerinde görülecek davalar basit yargılama usulüne tabîdir (HMK m. 316/1-a).
19. Basit yargılama usulünde HMK’nın 318. maddesi uyarınca “Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır” ve yazılı yargılama usulünden farklı olarak iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (HMK m. 319). HMK ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır (HMK m. 322/1).
20. Yazılı yargılama usulünde ise mahkeme ön inceleme duruşmasına daveti sırasında taraflara “Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği”ni ihtar eder (HMK’nın 22.07.2020 tarihli, 7251 sayılı Kanun ile değişik 139. maddesinin 1/ç bendi; değişiklik öncesi hâliyle m. 140/5-1. cümlesi).
21. Bu ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir (HMK’nın 7251 sayılı Kanun ile değişik 140. maddesi; değişiklik öncesi hâliyle m. 140/5-2. cümlesi). Anılan hükümlerin HMK’nın 322/1. maddesi gereği basit yargılama usulünde de işlerlik kazanacağında tereddüt bulunmamaktadır.
22. Taraflar, kendilerinin veya karşı tarafın delil olarak dayandıkları ve ellerinde bulunan tüm belgeleri mahkemeye ibraz etmek zorundadırlar (HMK m. 219/1). Sadece taraflar değil HMK’nın 221/1. maddesinin açık hükmüyle mahkemece üçüncü kişi veya kurumun elinde bulunan bir belgenin taraflarca ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar vermesi hâlinde bu belgenin ibrazı emrinin gereğini yerine getirmek durumundadır.
23. Haklılığın ispatını sağlamaya yönelik bir diğer delil de bilirkişi incelemesidir. Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde taraflardan birinin talebi üzerine bilirkişinin görüşünün alınmasına karar verebileceği gibi ihtiyaç duyulduğunda kendiliğinden de bu yola başvurabilecektir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz (HMK m. 266).
24. Elbette bilirkişinin özel ve teknik uzmanlığının bulunduğu konuda görüşünü en doğru ve sağlıklı şekilde oluşturması için dava dosyasında konuyla ilgili tüm bilgi ve belgeler toplanmalı, dosya bilirkişinin yapacağı teknik değerlendirme ve devamında mahkemenin tahkikat incelemesine hazır hâle gelmiş olmalıdır.
25. Başka bir anlatımla; sağlıklı bir tahkikat yapılabilmesi için kanuna ve amacına uygun şekilde ön inceleme aşamasının tamamlanması gerekir. Davada ileri sürülen vakıaların incelenebilmesi için yine dava malzemesi içinde yer alan ve vakıaların doğruluğuna ilişkin sunulan deliller belirli olmalı, özellikle belge mahiyetinde olan deliller taraflarca sunulmalı yahut mahkemenin bu belgelere nasıl ulaşacağının bilgisi verilmelidir. Zira tahkikat aşaması delillerin toplandığı değil değerlendirmesinin yapıldığı aşamadır ve deliller dosyaya girmeden, vakıalar netleşmeden yapılacak bir tahkikat gereksiz zaman ve emek kaybından başka hiçbir şey olmayacaktır. Zaten Kanun da buna izin vermemektedir. Bu sebeple aceleyle tahkikata başlamak zaman kazanma değil bilakis zaman kaybıdır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medenî Usûl Hukuku, 13. Bası, Ankara 2012, s. 492).
26. Bu aşamada kapalı fatura kavramı hakkında kısaca açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.
27. Bilindiği üzere satıcının, düzenlediği faturanın alt kısmına kaşe ve imza koymasına faturanın kapatılması (akide edilmesi) denir ve bu durum ticari bir örf ve adet kuralı olarak bedelin tahsil edildiğine karinedir (Hukuk Genel Kurulunun 22.04.2015 tarihli ve 2013/19-1950 E., 2015/1251 K. sayılı kararı). Bu karine aksi ispatlanabilen bir karinedir.
28. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından Kartal 2. İcra Dairesinin 2011/8148 E. sayılı dosyasıyla 22.05.2011 tarihli ve 023290 numaralı faturaya dayalı olarak icra takibi başlatılmıştır. İcra takibine konu faturanın kapalı fatura olduğu tartışmasızdır. Kapalı faturanın bedelin tahsil edildiğine ilişkin karine satış sözleşmesinin tarafları arasında geçerli olduğundan eldeki uyuşmazlığa konu kira ilişkisine doğrudan uygulanması mümkün değil ise de somut olayda davacı tarafından inkâr edilmeyen ve ayrıntıları ile açıklanan özelliklerine göre, kapalı olarak tanzim ettiği faturanın varlığına rağmen kira bedelinin kendisine ödenmediğine ilişkin ispat yükünün artık davacıda olduğunun kabulü gerekir.
29. Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasındaki kira sözleşmesi uyarınca davalının ödemediği 2011 yılı Şubat-Mart-Nisan-Mayıs ayları kira bedelleri karşılığı davalıya 22.05.2011 tarihli ve 12.000TL bedelli fatura düzenlenerek gönderildiğini, davalı tarafın söz konusu faturaya itiraz etmediği gibi herhangi bir ödemede de bulunmadığını, bu nedenle davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını ancak davalının ödemeyi geciktirmek amacıyla haksız ve kötü niyetli olarak takibe itiraz ettiğini ileri sürmüş ve dava dilekçesinde deliller arasında 22.05.2011 tarihli faturaya ve bilirkişi incelemesine dayanmıştır.
30. Mahkemece 18.10.2012 tarihli ön inceleme tutanağıyla taraflar uzlaşmaya davet edilmiş, uzlaşma sağlanamayınca tahkikata geçilmiş, tahkikat aşamasında taraflara diyecekleri sorulmuş ve aynı celse dava reddedilmiştir. Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere; sağlıklı bir tahkikat yapılabilmesi için kanuna ve amacına uygun şekilde ön inceleme aşamasının tamamlanması gerekir. Davada ileri sürülen vakıaların incelenebilmesi için taraflarca bildirilen deliller mahkemeye sunulmalıdır. Bunun için de 7251 sayılı Kanun ile değişiklik öncesi hâliyle HMK’nın 140/5-1. cümlesi gereğince mahkemece taraflara, iki haftalık kesin süre içerisinde, henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceğinin ihtar edilmesi gerekmektedir. Bu ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilebilir. Mahkemece, anılan bu yasal düzenlemelere uygun olmayacak şekilde yargılama yapılarak davacı tarafın ön inceleme duruşmasında delillerin ibrazı için süre istemediği, davalı tarafa yemin teklifinde de bulunmadığı, taraflarca ibraz edilmeyen defterlerin mahkemece zorla temin edilerek re’sen bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
31. Bu nedenle, öncelikle HMK’nın 322. maddesinin yollamasıyla aynı Kanun’un 7251 sayılı Kanun ile değişiklik öncesi hâliyle HMK’nın 140. madde düzenlemesi gereğince tüm delillerin toplanması, uyuşmazlığı aydınlatmaya yarayacak ve taraflarca dile getirilen belgelerin temin edilmesi, tarafların delilleri arasında dayandıkları bilirkişi incelemesinin yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
32. Hâl böyle olunca, direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.10.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU
2017/953 ESAS
2021/1217 KARAR
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirket ile davalıların murisi Ali Yeğen arasında alım satıma dayalı ticari ilişki bulunduğunu, müvekkilince 2009 yılı içerisinde murise ait işyerinde, tahin helvası çeşitleri, reçel çeşitleri, tahin, pekmez vb. gıda maddelerinin irsaliyeler ve faturalar ile birlikte teslim edildiğini, teslim edilen malların parasının ödenmemesi nedeniyle alacağın tahsili amacıyla yapılan icra takibinin haksız itiraz nedeniyle durduğunu belirterek itirazın iptali ile icra takibinin devamına, asıl alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkillerinin miras bırakan ile davacı arasında uzun süreli ve açık hesap usulüne dayalı ticari ilişki bulunduğunu, taraflar arasında tam bir hesap mutabakatı sağlanamadığını, davacı tarafça alacağa dayanak olduğu öne sürülen faturaların tam olarak belirtilmediği ve sunulmadığı için murisin ticari defter kayıtları ile karşılaştırma imkânı bulunmadığını, tarafların ticari defter ve belgelerinin incelenmesi sonrası alacak borç ilişkisinin anlaşılabileceğini, teslim edilmeyen malzeme için düzenlenen faturaların değerinin olmadığını, ayrıca davacıya zaman zaman nakit, müşteri çekleri ve senetlerle de ödeme yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.06.2013 tarihli ve 2010/270 E., 2013/313 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında delil olarak dayanılan irsaliye ve fatura örneklerinin dosyaya sunulduğu, bilirkişi kurulundan tarafların ticari defter ve kayıtlarının yerinde inceleme yetkisi de verilerek 24.12.2010 tarihli rapor aldırıldığı, davacı tarafça teslime ilişkin olarak gösterilen tanıkların dinlendiği, tanıkların imzalarını kabul ettiği irsaliyeler belirlendikten sonra önceki bilirkişi kurulundan 11.12.2012 tarihli ek rapor aldırıldığı, bilirkişi kurulunca davacının ticari defter ve kayıtları, ödeme belgeleri incelenip teslime ilişkin tanık beyanları da değerlendirilmek suretiyle, davacı şirketin 2009 yılı faturalarına dayalı olarak teslim olgusu da gözetilerek alacak miktarının 16.256,17TL olarak belirlendiği, aynı yıl içerisinde davalının da 25.000TL ödemesi bulunduğundan davacının icra takibine konu faturalar nedeniyle alacağı olmadığının saptandığı, davacı vekilince teslim olgusu ile ilgili yemin deliline dayanıldığı, Ali Yeğen mirasçısı olan davalı asılların tanık beyanları ile teslim olgusu kanıtlanan irsaliyeli faturalar dışında kalan faturalara konu malların murislerine ait işyerine teslim edildiği konusunda bilgileri olmadığı yönünde yemin ettikleri, dosya kapsamı ve bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde icra takibine ve davaya dayanak faturalara konu malların 16.256,17TL’lik bölümünün davacı tarafından teslim edildiğinin kanıtlandığı, buna karşılık 25.000TL ödeme yapılmış olmakla, davacıya teslim ettiği maldan daha fazla ödeme yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 02.10.2014 tarihli ve 2014/9146 E., 2014/14583 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, müvekkili şirket ile davalıların murisi Ali Yeğen arasında alım satıma dayalı ticari ilişki bulunduğunu, müvekkilince 2009 yılı içerisinde murise ait işyerinde, tahin helvası çeşitleri, reçel çeşitleri, tahin, pekmez vb.gıda maddelerinin irsaliyeler ve faturalar ile birlikte teslim edildiğini, teslim edilen emtianın parasının ödenmemesi nedeniyle alacağın tahsili amacıyla yapılan icra takibinin haksız itiraz nedeniyle durduğunu belirterek itirazın (borç aslı ve ticari faize olan) iptali ile takibin Ali Yeğen’in yasal mirasçıları olan davalılar aleyhine müştereken ve müteselsilen devamına, icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, müvekkillerinin miras bırakanı ile davacı arasında uzun süreli ve açık hesap usulüne dayalı ticari ilişki bulunduğunu, taraflar arasında tam bir hesap mutabakatı sağlanamadığını, davacı tarafça alacağa dayanak olduğu öne sürülen faturaların tam olarak belirtilmediği ve sunulmadığı için murisin ticari defter kayıtları ile karşılaştırma imkanı bulunmadığını, tarafların ticari defter ve belgelerinin incelenmesi sonrası alacak borç ilişkisinin anlaşılabileceğini, teslim edilmeyen malzeme için düzenlenen faturaların değerinin olmadığını, ayrıca davacıya zaman zaman nakit, şahsi müşteri çekleri ve senetlerle de ödeme yapıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, icra ve davaya dayanak faturalara konu emtianın 16.256,17 TL’lik bölümünün davacı tarafından teslim edildiğinin kanıtlandığı, buna karşılık 25.000,00 TL ödeme yapıldığı, davacının teslim ettiği maldan daha fazla tarafına ödeme yapıldığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş, mahkeme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Taraflar arasında takibe konu edilen faturalar dışında da ticari ilişki bulunduğu, ancak davanın itirazın iptali davası olduğu ve takibe sıkı sıkıya bağlı bulunduğu dikkate alınarak, takip talebindeki irsaliyeli faturalar içeriği malların teslim edildiğini davacının ispat etmesi gerektiği, teslim edilen malların bedelinin ödendiğini ise davalının ispatlaması gerektiği gözetilerek, konusunda uzman bir bilirkişi ya da bilirkişi kurulundan ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp, deliller hep birlikte değerlendirilmek suretiyle varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 10.03.2016 tarihli ve 2015/395 E., 2016/144 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği yönde gerekli tahkikat yapılarak takibe dayanak pek çok fatura ve irsaliye belgesi tek tek değerlendirilerek teslime ilişkin tanık dinlendiği ve yemin eda ettirildiği, takibe konu faturaların toplam tutarı 31.500TL olup, kanıtlanan teslim olgusuna göre alacak miktarının 16.256,17TL olduğu, davacı şirkete ait ticari defter ve kayıtların incelenmesi sonucu özellikle kapanış tasdiki bulunmamakla kendi lehlerine delil olma özelliği taşımadığının anlaşıldığı, bizzat kendi kayıtlarına göre satılan mal karşılığı 25.000TL tahsilat yapıldığının belirlendiği, davacının icra takibinde cari hesap ilişkisine dayanmadığı, takibe konu faturalardan ötürü teslim olgusu kanıtlandığı kadarıyla alacaklı olduğu miktar 16.256,17TL, yapılan ödeme ise 25.000TL olup, teslim alındığı kanıtlanan maldan daha fazla olduğu, bozma kararı uyarınca yaptırılacak bilirkişi incelemesi ile varılacak farklı bir sonuç olmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının icra takibine konu alacak miktarının tespiti yönünden, icra takibine dayanak faturalar konusu malzemelerin teslim edilip edilmediği, teslim edildiği iddia edilen malzemelerin bedelinin ödenip ödenmediği noktasında yeniden bilirkişi raporu alınıp varılacak sonuca göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. İtirazın iptali davası; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 67 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre;
i) İlamsız takip yapılmış olması,
ii) Borçlunun bu takibe itiraz etmesi,
iii) İtirazın alacaklıya (davacıya) tebliğinden itibaren alacaklının, bir yıl içinde mahkemeye başvurmuş olması yasal koşullarının gerçekleşmesi gerekir.
14. Takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı açılan itirazın iptali davasının konusu, icra takibine konu edilen alacaklar olup, davanın amacı itirazla duran takibin devamını sağlamaktır. Bu dava, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir. Davalı borçlunun icra dosyasında ileri sürdüğü itirazlar dışındaki itirazlarını da bu dava içinde ancak cevap süresi içinde ileri sürmesi olanaklıdır. Eğer cevap süresi içinde davalı/borçlu diğer itirazlarını ileri sürmezse mahkeme bunları kendiliğinden göz önüne alamaz, takibe itiraz edilirken bildirilen sebeplerle sınırlı araştırma yapmak durumunda kalır. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.09.2019 tarihli ve 2017/19-824 E., 2019/885 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
15. Dava yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabi olduğundan; ispat külfeti normal bir alacak davasındaki ile aynıdır. Ancak her iki dava ispat yöntemleri ve hukukî sonuçları bakımından farklılıklar göstermektedir. Bu bağlamda belirtmek gerekirse; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi gereğince ispat yükü, kanunda özel düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Bu genel kuralın dışında bazı hâllerde ispat yükü yer değiştirerek davalı tarafa geçer. Bu hâllerden birisi davalının ödeme savunmasında bulunmasıdır. Davacı ya da davalı iddiasını ya da savunmasını HMK’da belirtilen hükümlere göre ispat etmelidir. Buna göre yapılacak yargılama sonunda mahkemece verilecek karar ya davanın kabulü ya da reddine yönelik olacak; ancak takibin iptali ya da devamı hükmünü de içerecektir.
16. Bu açıklamalar göstermektedir ki, itirazın iptali davası, icra takibine sıkı sıkıya bağlı; itiraz üzerine duran icra takibinin devam edebilmesini sağlayan ve takip hukuku içinde olmakla birlikte, maddi hukuk ilişkisinin incelenerek uyuşmazlığı kesin hükümle sonuçlandıran bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir.
17. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Ankara 8. İcra Dairesinin 2009/15292 E. sayılı takip dosyasında; davacı tarafından davalıların murisi aleyhine faturaya dayalı olarak ilamsız icra takibi başlatılmış, icra takibine dayanak fatura örnekleri de takip talebi ekinde sunulmuştur. Ödeme emri borçluya 09.09.2009 tarihinde tebliğ edilmiş, borçlu vekilince 16.09.2009 tarihinde takibe itiraz edilmiş ve takibin durduğu anlaşılmıştır.
18. Davacı vekili, icra takibine dayanak fatura konusu malzemenin davalıların murisi borçluya teslim edildiğini ancak fatura konusu malzemelerin bedelinin ödenmediğini iddia etmiş, davalılar vekili cevap dilekçesinde faturalar konusu malzemelerin bir bölümünün teslim edilmediği ayrıca davacıya kısım kısım ödemeler yapıldığı yönünde savunmada bulunmuştur.
19. Mahkemece alınan 24.12.2010 tarihli bilirkişi raporunda davacının ticari defter ve kayıtları incelenmiş ve sonuç olarak davacının usulüne uygun tutulmayan ticari defterlerine göre takip tarihi itibariyle 53.301,88TL alacaklı olduğu belirlenmiştir.
20. Düzenlenen bilirkişi raporuna davalılar vekili tarafından itiraz edilmesi üzerine mahkemece alınan 11.12.2012 tarihli ek bilirkişi raporunda ise, icra takibine dayanak yapılan 2009 yılı faturaları üzerinde teslim alan kısmında imzaları bulunan fatura konusu malzemelerin bedelinin 16.256,17TL olduğu, aynı yıl içerisinde davalının 25.000TL ödeme yaptığı, davacının teslimi kanıtlanan faturalardan dolayı alacağının bulunmadığı belirtilmiştir.
21. İtirazın iptali davaları, icra takibine sıkı sıkıya bağlı olması nedeniyle uyuşmazlığın icra takibine dayanak yapılan belgelerle sınırlı olarak incelenip çözümlenmesi gerekir. Davacı tarafından icra takibinin dayanağı olarak takip talebine ekli faturalar gösterilmiş olup, icra takibine dayanak yapılan faturalar konusu alacak miktarının ödenip ödenmediği noktasında, takip konusu edilmeyen faturalar da inceleme konusu yapılarak sonuca varılamaz.
22. Hükme esas alının 11.12.2012 tarihli ek bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, duruşmada dinlenen tanık beyanları da dikkate alınarak davacının icra takibine dayanak olarak sunduğu faturalarda teslim alan kısmında imza bulunan ve teslimi kanıtlanan faturalara ilişkin alacak miktarı 16.256,17TL olarak belirlenmiş olup, aynı yıl içerisinde ise borçlunun 25.000TL ödeme yaptığı dikkate alındığında, teslimi kanıtlanan ve icra takibine dayanak yapılan faturalar yönünden davacının alacağının bulunmadığı anlaşılmakla mahkemece davanın reddine karar verilmesi yerindedir.
23. Diğer taraftan gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 21.04.2010 olduğu hâlde 30.06.2015 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.
24. Hâl böyle olunca, mahkemece verilen karar usul ve yasaya uygun olup direnme kararının açıklanan gerekçelerle onanması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.10.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU
2017/896 Esas
2021/1405 Karar
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasında genel kredi sözleşmesi imzalanarak davalı şirkete kredi kullandırıldığını, kredi alacağının ödenmemesi üzerine icra takibi yapıldığını, davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile asıl alacağın %40’ı oranından az olmamak üzere icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; icra takibinde 570.141,92TL’nin talep edildiğini, ancak asıl alacak olarak 275.116,26TL belirlenerek bu miktar üzerinden %60 oranında faiz talep edildiğini, bu durumun Kanuna aykırı olduğunu, alacak içerisinde faiz bulunduğu için faize faiz yürütüldüğünü, ayrıca alacağa ilişkin 600.000TL bedelli ipotek verildiğini, rehinle temin edilen alacakla ilgili ilamsız icra takibi yapılamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.03.2014 tarihli ve 2013/207 E., 2014/91 K. sayılı kararı ile; davalı adresini değiştirmediğine göre davacının ihtarnameyi usulüne uygun tebliğ ettirmesi gerektiği, davalı borçlu şirketin takip tarihinden önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmediği, davacı banka alacağından ipotek bedelinin mahsup edildiği, buna göre takip tarihi itibari ile banka alacağının 124.764,88TL olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının itirazının 124.764,88TL asıl alacak üzerinden iptaline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 18.02.2015 tarihli ve 2014/19097 E., 2015/2173 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, müvekkili banka ile davalı şirket arasında akdedilen genel kredi sözleşmesi uyarınca kredi kullandırıldığını, kredi geri ödemelerin aksaması üzerine hesabın kat edilerek noter kanalı ile borçlulara tebliğ edildiğini, borcun ödenmemesi üzerine davalı şirket aleyhine başlatılan icra takibinin itiraz sonucu durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına ve %40 oranında icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket vekili, icra takibine itiraz dilekçesindeki hususların aynen tekrar edildiğini, takibin faize faiz işletilecek şekilde yapıldığını, alacağın ipotekle teminat altına alındığını belirterek davanın reddine ve kötü niyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, davalı borçlu şirketin takip tarihinden önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmediği, davacı banka alacağından ipotek bedelinin mahsup edildiği, buna göre takip tarihi itibari ile banka alacağının 124.764,88 TL olduğu gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne, davalının takibe vaki itirazının 124.764,88 TL asıl alacak üzerinden iptaline, fazlaya ait istemin reddine ve icra inkar tazminatına karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı yanca davalı asıl borçlunun takipten önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürüldüğü iddia edilmiştir. Nitekim davacı banka vekilinin temyizi de bu yöndendir.
İİK.nun 68/b maddesi “Borçlu cari hesap veya kısa, orta ve uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredilerde krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafın kredi sözleşmesinde belirttiği adresine, borçlu cari hesap sözleşmesinde belirtilen dönemleri veya kısa, orta, uzun vadeli kredi sözleşmelerinde yazılı faiz tahakkuk dönemlerini takip eden onbeş gün içinde bir hesap özetini noter aracılığı ile göndermek zorundadır. Sözleşmede gösterilen adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi halinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi halinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır.” hükmünü içermektedir. Mahkemece, açıklanan iddia ve savunma karşısında, İİK.nun 68/b maddesi üzerinde yeterince durulup, maddede belirtilen hususların yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 09.09.2015 tarihli ve 2015/747 E., 2015/768 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararında, davalıya gönderilen ihtarnamenin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 68/b maddesine göre değerlendirilmesi gerektiğinin belirtildiği, İİK’nın 68/b maddesinde; borçlunun sözleşmedeki adresini değiştirdiğinde yeni adresini noter kanalı ile bankaya bildirmesi hâlinde geçerli olacağı aksi takdirde eski adrese yapılan tebligatın usulüne uygun olacağının belirtildiği, bu maddede adres değişikliğinin alacaklıya noter kanalı ile bildirilmemesinin sonucunun düzenlendiği, eldeki davada ise borçlu tarafından adres değişikliği yapılmadığı, dolayısıyla noter vasıtası ile bir bildirim yapılmasına da gerek olmadığı, bu durumda borçlu adres değişikliğini bildirmediğinde eski adrese çıkarılan tebligat geçerli olacağına, normal adrese gönderilen ancak usulsüz tebligat nedeni ile geçersiz olan tebligatın geçerli sayılıp sayılmayacağı hususunun değerlendirilmesinde ise, borçlunun adres değişikliği olmadığında İİK’nın 68/b maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, bu durumda alacaklı bankanın borçlu tarafından kendisine bildirilmiş olan sözleşmedeki adresine 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na (TK) göre usulüne uygun tebliğ yaptırması gerektiği, TK’nın 12 ve 13. maddesine göre hükmü şahıslara yapılacak tebligatın selahiyetli mümessiline veya birden fazla ise bunlardan birine veya ticari mümessiline yapılacağı bunlardan birinin hazır olmadığı veya tebliğ olunamayacak durumda olduğu takdirde hazır bulunan memur veya müstahdeme yapılacağının belirtildiği, eldeki davada ihtarnamenin davalı şirket çalışanı (muhasebecisi) olan İsmail Bülbül’e tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, Bursa 6. İcra Hukuk Mahkemesinin 2011/568 E. sayılı dosyasında verilen kesinleşmiş kararda ise, davalı şirketin İsmail Bülbül isimli çalışanı olmadığından tebligatın geçersiz olduğunun belirtildiği, bu karar kesinleşmekle tebliğ yapılan İsmail Bülbül’ün davalı çalışanı olmadığının anlaşıldığı, bu durumda tebligatın davalı şirket çalışanına yapılmadığı, İİK’nın 68/b maddesindeki düzenlemenin adres değişikliğini bildirmeyen borçlu için getirilmiş bir yaptırım olduğu, adres değişikliği yapmayan borçlu için bu hükmün uygulanamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı banka tarafından davalı borçlunun usulüne uygun temerrüde düşürülüp düşürülmediği, mahkemece İİK’nın 68/b maddesi dikkate alınarak değerlendirme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
IV. GEREKÇE
13. Direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir.
14. Mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek, dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukukî olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde direnme kararının varlığından söz edilemez.
15. İstikrar kazanmış Yargıtay içtihatlarına göre; mahkemece direnme kararı verilse dâhi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve Özel Daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucunda verilen yeni hüküm olarak kabul edilir.
16. Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince, yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk kararda, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 40. maddesi değerlendirilerek davalının usulüne uygun temerrüde düşürülmediğinin belirtildiği, kararın davacı banka tarafından temyizi üzerine Özel Dairece, 2004 sayılı İİK’nın 68/b maddesi üzerinde yeterince durulup maddede belirtilen hususların yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verildiği, mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamada, İİK’nın 68/b maddesi değerlendirilerek davalı borçlunun usulüne uygun temerrüde düşürülmediği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
17. Açıklanan bu maddi ve hukukî olgulara göre, bozma sonrası yapılan yargılamada mahkemece Özel Dairenin bozma kararında da işaret edilen İİK’nın 68/b maddesi değerlendirilmek suretiyle, borçlunun adres değişikliği olmadığında İİK’nın 68/b maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, davacı banka tarafından borçlunun kendisine bildirdiği sözleşmedeki adresine usulüne uygun tebliğ yaptırması gerektiği ancak davalıya yapılan tebligatın usulsüz olduğu, davalının icra takibinden önce temerrüde düşürülmediği belirtilmek suretiyle bozma kararının gereğini yerine getirecek şekilde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
18. Görüldüğü üzere, önceki kararda yer almayan ve Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni ve değişik bir gerekçe ile hüküm kurulmuştur.
19. Buna göre mahkemenin direnme olarak adlandırdığı kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozmadan önceki kararda tartışılıp değerlendirilmemiş, dolayısıyla Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
20. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, mahkemece verilen ilk kararda da davalıya yapılan kat ihtarına ilişkin tebligatın usulsüz olduğu, borçlunun adresini değiştirmemesi nedeniyle bildirdiği adresine usulüne uygun tebliğ yapılması gerektiği ancak davalıya usulüne uygun tebliğ yapılmaması nedeniyle davalının takip tarihi itibariyle temerrüde düştüğü yönünde değerlendirme yapıldığı, bu nedenle direnme kararının yeni gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olmadığı, ön sorun bulunmadığı yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
21. Hâl böyle olunca, kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.
22. Bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
V. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.11.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Özel Daire bozma kararında; davacı yanca davalı asıl borçlunun takipten önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürüldüğünün iddia edildiği, davacı banka vekilinin temyizinin de bu yönde olduğu, Mahkemece İİK.’nun 68/b maddesi üzerinde yeterince durulup, maddede belirtilen hususların yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediği belirtilmiştir.
Bozma kararında üzerinde durulması gereğine değinilen 2004 sayılı İİK.’nun 68/b maddesi “Borçlu cari hesap veya kısa, orta ve uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredilerde krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafın kredi sözleşmesinde belirttiği adresine, borçlu cari hesap sözleşmesinde belirtilen dönemleri veya kısa, orta, uzun vadeli kredi sözleşmelerinde yazılı faiz tahakkuk dönemlerini takip eden onbeş gün içinde bir hesap özetini noter aracılığı ile göndermek zorundadır. Sözleşmede gösterilen adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi hâlinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi hâlinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır” hükmünü içermektedir.
Görüldüğü gibi madde, hesap özetinin sözleşmede belirtilen adrese noter aracılığıyla gönderilme zorunluluğunu düzenlemekte, adres değişikliğinin hangi hâlde geçerli olacağı ve bu şekilde bildirim bulunmaması hâlinde eski adrese ulaştığı tarihin tebliğ tarihi sayılacağını düzenlemektedir. Bozma kararında üzerinde durulması gerektiği belirtilen husus da bu kapsamda geçerli bir tebliğ bulunup bulunmadığı belirlenerek temerrüdün takip tarihinden önce gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasıdır.
Mahkemece direnmeye esas olan bozma öncesi verilen kararda; kredi borcundan dolayı Bursa 4. İcra Müdürlüğünün 2009/4246 Esas sayılı dosyasında ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle icra takibi yapıldığı, bu icra takibinden dolayı davalı tarafından Bursa 6. İcra Hukuk Mahkemesinin 2011/568 Esas sayılı dosyasında kat ihtarnamesinin tebliğ edildiği İsmail Bülbül’ün çalışanları olmadığı, bu sebeple tebligatın usulsüz olduğunun belirtildiği ve mahkemesince kat ihtarının ve icra emrinin usulsüz olduğu belirtilerek icra emrinin iptaline karar verildiği için kat ihtarnamesinin tebliğinin usulsüz olduğu anlaşılmakla davalının takip tarihine kadar temerrüde düşürülmemiş olduğunun anlaşıldığı, buna göre, bilirkişi tarafından takip tarihine kadar temerrüdün oluşmadığı şeklinde yapılan hesaplamanın dikkate alındığı belirtilmiştir.
Diğer yandan aynı hükmün gerekçesinde; ihtarnamenin sözleşmedeki adrese gönderildiği, sözleşmenin 40. maddesine göre adres değişikliği bildirilmediğinde, bu adrese yapılmış tebligatların geçerli sayılacağı, buna göre bu tebligatın geçerli olduğu ve kat ihtarnamesi tebliğinin yapılmış kabul edilmesi gerektiği bilirkişi raporunda belirtilmiş ise de sözleşmedeki 40. madde gereğince borçlular tarafından adres değişikliği bankaya bildirilmediği takdirde adres boşaltılmış olsa bile bu adrese yapılan tebligatın geçerli olacağı, davalı adres değiştirmediğine göre davacının ihtarnameyi usulüne uygun tebliğ etmesi gerektiği, bu sebeple bilirkişinin bu görüşüne katılınmadığı da açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi mahkemenin ilk kararında İİK 68/b madde hükmünde düzenlenen husus tartışılarak bu kapsamda geçerli bir tebliğ bulunmadığı ve takip tarihinden önce temerrüdün gerçekleşmediği neden ve sonuçlarıyla açıklanmıştır. Bu kararda 68/b maddeden söz edilmese de tartışılan husus bu maddede düzenlenen hususla aynıdır. Kaldı ki mahkeme önceki kararında bu hususu sözleşmenin 40. maddesinden söz ederek tartışmış olup sözü edilen 40. maddede yer alan düzenleme de İİK 68/b de düzenlenen husustur. Durum böyle iken kararda 68/b maddeden söz edilmemesi, bu madde kapsamında bir değerlendirme ve inceleme yapılmadığı sonucunu ortaya çıkarmaz.
Mahkemece 68/b madde koşullarının ilk hükümde tartışılıp değerlendirdiği belirterek önceki hükümde direnilmiştir. Direnme kararında İİK 68/b madde hükmünden söz edilmesi ve bozmayı karşılayan ilave açıklamalara yer verilmesi eylemli uyma niteliğinde olmadığı gibi yeni bir gerekçeyle öncekinden farklı yeni bir hüküm verilmesi niteliğinde de değildir.
Bu durumda ön sorun bulunmadığı kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği görüşünde olduğumdan, İİK 68. madde hükümleri tartışılarak hüküm verildiği için yeni hüküm niteliğinde olmakla ön sorun bulunduğu ve temyiz incelemesinin özel dairece yapılması gerektiği yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2017/871 Esas
2021/1235 Karar
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “kooperatif üyeliğinden ihraç kararının iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacıların temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı … tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar dava dilekçelerinde; davalı kooperatifin mevcut yönetim kurulunun karar alma yetkisi olmadığı hâlde 27.09.2007 tarihli yönetim kurulu kararı üzerine 05.10.2007, 16.10.2007 ve 21.11.2007 tarihli üç adet ihtar ile kooperatif ortaklığından çıkarıldıklarını, gönderilen ihtarlarda borç miktarlarının yazılı olmadığını, tartışmalı olan borcun gerçek miktarının tespit edilerek istenilmesi ve ihtar gönderilmesi gerektiğini, birinci ihtarda verilen süreler bitmeden gönderilen ikinci ve üçüncü ihtarların geçersiz olduğunu ileri sürerek 27.09.2007 tarihli yönetim kurulu kararının iptal edilmesine, mahkeme sonuçlanıncaya kadar ortaklık hakları devam ettiğinden yapılacak tüm genel kurullara katılmalarının sağlanmasına karar verilmesini talep etmişlerdir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili davaya cevap vermemiş, duruşmalarda alınan beyanlarında; davanın haksız olduğunu ve reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.02.2010 tarihli ve 2008/63 E., 2010/40 K. sayılı kararı ile; davalı kooperatifin 27.09.2007 tarihli yönetim kurulu kararı ile davacıları ortaklıktan çıkardığı ve 21.11.2007 tarihinde üyelik kayıtlarını kapattığı, davanın süresinde açıldığı, kooperatif yönetim kurulunun ana sözleşmeye göre ortakların ortaklık şartlarını taşıyıp taşımadıklarını araştırma görev ve yükümlülüğünü yerine getirdiği, davacıların faaliyetlerinin olmadığı, vergi, işyeri, sicil, oda kayıtlarının bulunmadığının belirlendiği, ana sözleşmenin 14/1. maddesine göre ortaklık şartlarının kaybedilmesinin ortaklıktan çıkarılma nedeni olduğu, her iki davacı yönünden de bu şartın gerçekleştiği ve davacıların ortaklık şartlarını kaybettikleri, parasal yükümlülükler yönünden önceden yasal ihtarların yapılıp daha sonra üyelikten çıkarma işleminin yapılmasının gerektiği, davacıların ödeyeceği miktarları göstermeyen ihtarların içerik bakımından ve tebliğ tarihine göre verilen süre beklenmeden yeniden ihtar gönderilmesi yönünden yasaya uygun olmadığı, bu nedenle ana sözleşmenin 14/2. maddesine göre parasal yükümlülüklerini yerine getirmemelerine dayalı olarak davacıların ortaklıktan çıkarılmasının yerinde olmadığı, ancak davacı … yönünden kooperatifi zarara uğrattığı ve zimmet suçunu işlediği belirtilerek ana sözleşmenin 14/3. maddesi gereğince ihracına karar verildiği, ihtarnameler ve yönetim kurulu kararının verildiği tarihte davacı …’ın kesinleşmiş bir mahkumiyeti yok ise de, sonradan yargılama aşamasında davacı …’ın zimmet suçundan cezalandırıldığı ve kooperatifi zarara uğrattığının kesinleşmiş ceza kararı ile belirlendiği, kooperatif yönetim kurulunun 27.09.2007 tarihli kararı ile ana sözleşmenin 14/1. maddesi gereğince davacıların ortaklıktan çıkarılmasının yasal olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar … ve … temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesinin 18.01.2012 tarihli ve 2011/4015 E., 2012/167 K. sayılı kararı ile;
“…Davacılar, davalı kooperatif yönetim kurulu kararı ile ortaklıktan çıkarıldıklarını, yönetim kurulunun düşmüş olması sebebiyle karar alma yetkisinin bulunmadığı, ihraç kararına esas olan ihtarların usulsüz olduğunu, ihtarlara esas borçların ihtilaflı olduğunu, gönderilen ilk ihtarın süresi dolmadan ikinci ve üçüncü ihtarların gönderildiğini, ihtarların içeriğinde kendilerinin sabıkalı olduklarının belirtildiğini ve fakat bu konuların yargılama safhasında olduğunu, daha sonra yapılan genel kurullara katıldıklarını ileri sürerek, ihraç kararının iptalini talep ve dava etmişlerdir.
Davalı vekili, davanın haksız olduğunu savunarak, reddini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davanın süresinde olduğu, davacıların parasal yükümlülüklerini yerine getirmemeleri sebebiyle yapılan ihtarların usulüne uygun olmadığı, borç miktarlarının sabit olmadığı ve kanuni sürelerin beklenmediği, ihracın bu yönden geçerli bulunmadığı, davacı …’ın ihraç kararı tarihinde zimmet yönünden kesinleşmiş cezasının bulunmaması nedeniyle bu ihraç sebebinin de yerinde olmadığı, davacıların esnaflık faaliyetlerini sürdürmemeleri ihraç nedeni açısından usulüne uygun olarak kooperatif yönetim kurulunca araştırma yapıldığı, davacıların ihraç kararında belirtildiği gibi vergi, işyeri, sicil ve oda kayıtlarının bulunmadığı, ortaklık şartlarını kaybettikleri, gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar temyiz etmiştir. Mahkemece, davacı …’nin gerekli harcı yatırmadığı gerekçesiyle, temyizi yapılmamış sayılmış, iş bu karar temyize konu edilmemiştir.
Dava ihraç kararının iptali istemine ilişkindir. Mali yükümlülükler dışındaki ihraç işlemlerinde ortağın yükümlülüklerini yerine getirmesine olanak ve fırsat tanınacak makul süreler içeren ihtarnamelerin tebliğ edilmesi, tebliğ sürelerinin beklenmesi ve sonucuna göre ihraç prosedürünün başlatılması gerekir. Bu ilkelere uyulmadığı anlaşılmakla ilkeye aykırı düşecek şekilde davanın kabulü yerine reddi doğru olmamıştır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.04.2012 tarihli ve 2012/133 E., 2012/87 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında tüm ihtarnamelerde davacıların ortaklık şartlarını yitirdikleri belirtilerek yükümlülüklerini yerine getirmeleri konusunda uyarılar yapıldığı, buna rağmen davacıların yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı … tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kooperatif üyeliğinden ihraç kararının iptali istemi ile açılan davada, davacıların ortaklıktan çıkarılma (ihraç) prosedürünün 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 16. maddesi ile kooperatif ana sözleşmesinin 14. maddesinde belirtilen usul ve kurallara uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Bilindiği üzere özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Tasarruf ilkesi, taraflara dava üzerinde tümüyle tasarruf edebilme, davanın açılması konusundaki insiyatifi davacıya tanıma, dava konusunu (müddeabihi) belirleme, dilekçeler vermek suretiyle davaya etki etme ve bu bağlamda, mahkemenin karar vermesine gerek kalmaksızın davayı sona erdiren işlemler yapılabilmesini kapsamaktadır. Bu bağlamda tasarruf yetkisi davayı açma ve sona erdirme yetkisini büyük ölçüde tarafların verecekleri karara bırakmıştır (Pekcanıtez, Hakan/ Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Korkmaz Taş Hülya: Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C. I, s. 784).
13. Tasarruf ilkesi, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ayrı bir madde başlığı altında düzenlenmemiş ise de medeni usul hukukumuzda geçerli olan temel ilkelerden birisidir. Bununla birlikte, HUMK’nın 72. maddesinde yer alan “Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın re’sen bir davayı tetkik ve halledemez.” hükmü ile 79. maddede yer alan “Kanunen sarahat olmadıkça hiç kimse kendi lehine olan davayı ikameye veya hakkını talebe icbar olunamaz.” şeklindeki düzenlemeler, tasarruf ilkesinin varlığını ortaya koymaktadır.
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi gereğince eldeki davada temyiz kanun yolu bakımından mülga HUMK hükümlerinin uygulanması gerekmekte ise de, diğer yönlerden HMK hükümleri derhal uygulanacaktır. Nitekim HMK’nın 448. maddesine göre “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır”.
15. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) ‘‘Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler’’ başlıklı Birinci Kısım İkinci Bölümünde ‘‘Tasarruf ilkesi’’ başlığı altındaki 24. maddesinde;
‘‘(1)Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3)Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.’’ düzenlemesi bulunmaktadır.
16. Bu aşamada kanun yoluna başvuruda tasarruf ilkesinin ne şekilde gerçekleşeceğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır. Kanun yoluna başvuruda tasarruf ilkesi, kanun yoluna başvuru ile bağlılık, kanun yoluna başvurunun yürütülmesinde ve sona erdirilmesinde taraf tasarrufu olarak karşımıza çıkmaktadır.
17. Kanun yolu talebi ile bağlılık, kamu düzenine ilişkin hususlar ayrık olmak üzere kanun yolu incelemesinde ileri sürülen nedenlerin ve bu nedenlerden kaynaklanan taleplerin kanun yolu incelemesinin kapsamını belirlemesi anlamına gelmektedir.
18. Belirtmek gerekir ki, bir davanın tarafları aleyhlerine olan bir hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi yalnızca bir bölümünü temyiz edip, diğer bölümlerini temyiz etmeyebilirler. Medeni usul hukukunda kural olarak tasarruf ilkesi geçerli olduğundan, mahkeme birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyip karar veremez (HMK m. 24). Ayrıca tarafların tasarruf yetkisi dava açıldıktan sonra ve kanun yollarına başvuru sırasında da geçerlidir. Bu nedenledir ki kanun yolu incelemesi sadece aleyhine kanun yoluna başvurulan talepler hakkındaki kararlar bakımından yapılır.
19. Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesinde temyiz mahkemesinin hangi sebeplerden dolayı mahkeme kararını bozabileceği belirtilmiş, aynı Kanun’un 435. maddesinde ise temyiz dilekçesinde bulunması gereken hususlar açıklanarak maddenin 1. fıkrasının 6. bendinde de temyiz sebeplerinin temyiz dilekçesinde bulunması gerektiği düzenlenmiştir.
20. Aynı Kanun’un 439. maddesinin 2. fıkrasında ise; temyiz mahkemesinin iki tarafın iddia ve savunması ile bağlı olmadığı, kanunun sarih maddesine muhalif gördüğü diğer sebeplerden dolayı da temyiz olunan kararı bozabileceği ifade edilmiştir. Yine, HMK’nın 369. maddesinin 1. fıkrasında Yargıtay’ın tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebileceği belirtilmiştir.
21. Ayrıca HUMK’nın 435. maddesinin 2. fıkrasında temyiz dilekçesinin, temyiz edenin kimliği ve imzasıyla, temyiz olunan hükmü yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması hâlinde diğer şartlar bulunmasa bile reddolunmayıp, temyiz incelemesi yapılacağı belirtilmiş ise de; bu hâlde temyiz incelemesinin kanunun açık hükmüne aykırı olan ve kamu düzenini ilgilendiren hususlar çerçevesinde yapılacağının kabulü gerekir.
22. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; davacı …’ın uygulamada “müddet-i muhafaza=süre tutum” adı verilen temyiz dilekçesinde herhangi bir somut temyiz sebebi bildirmeksizin, gerekçesiz biçimde sadece direnme kararını tekrar temyiz etmek istediğini belirttiği ve temyiz dilekçesinde yer alan “tekrar” kelimesinin daha önce sunulan tüm dilekçelerin temyizi anlamına gelmediği gözetildiğinde; temyiz incelemesinin kanunun açık hükmüne ve kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu ile sınırlı olarak yapılması gerektiği açıktır. Bu anlamda somut olayda, kanunun açık hükmüne aykırılık ve kamu düzenini ilgilendiren herhangi bir husus bulunmadığından, davacı …’ın direnme kararına karşı somut olarak sebeplerini bildirmediği dilekçesine göre direnme kararının onanması gerekmektedir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı …’ın gerekçesi bulunmayan temyiz isteminin reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.10.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu
2017/358 Esas
2021/1355 Karar
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “ihalenin feshi” isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda; İstanbul Anadolu 3. (İcra) Hukuk Mahkemesince şikâyetin kabulüne dair verilen 11.12.2014 tarihli ve 2014/768 E. 2014/950 K. sayılı kararın incelenmesi alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 06.10.2015 tarihli ve 2015/18504 E. 2015/23241 K. sayılı kararı ile bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü:
4. Mahkemece verilen hüküm, temyiz edilmesi üzerine yukarıda başlıkta belirtilen karar ile bozulmuştur. Bozma üzerine mahkemece ilk kararda direnilmiş, direnme kararı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
5. Vekil ile takip edilen işlerde vekâletnamenin ibrazını düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 76., vekâletnamesiz dava açılması ve işlem yapılması hâlini düzenleyen 77 ve dava şartlarını düzenleyen 114/f maddeleri uyarınca usulüne uygun düzenlenmiş vekâletnamenin dosya içerisinde bulunması zorunludur.
6. Somut olaya gelince; İstanbul Anadolu 3. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 30.06.2016 tarihli ve 2016/547 E., 2016/716 K. sayılı direnme kararı alacaklı Final Varlık Yönetim A.Ş. vekili Av. … tarafından 01.07.2016 tarihli süre tutum dilekçesi ile temyiz edilmiş, gerekçeli kararın Av. …’a 29.07.2016 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine adı geçen avukat tarafından 08.08.2016 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesi verilmiştir. Ancak Final Varlık Yönetim A.Ş. vekili Av. …’ın vekâletnamesi süreli olup, süresi 31.12.2015 tarihinde bittiği, icra mahkemesinin dosyası kapsamında başka bir avukata ait vekâletname bulunmadığı anlaşılmıştır. Hukuk Genel Kurulunca UYAP sisteminden yerel mahkemeye gönderilen 06.10.2021 tarihli dosya eksiklik talep yazısı ile “Av. …’ın vekâletnamesinin süreli olup, süresinin 31.12.2015 tarihinde bittiği görülmektedir. Av. …’ın usulüne uygun düzenlenmiş vekâletnamesinin dosyasına eklenmek üzere gönderilmesi” istenmiş, yerel mahkemece 07.10.2021 tarihli muhtıra ile “Direnme kararını temyiz eden Final Varlık Yönetim A.Ş. vekili Av. …’ın vekâletnamesinin süreli olup, süresinin 31.12.2015 tarihinde bittiği görülmektedir. Av. …’ın usulüne uygun düzenlenmiş vekâletnamesinin dosyasına eklenmesi” noktasında mahkememizde talepte bulunulmuş olmakla; ilgili vekâletnamenin düzenlenerek mahkememize tebliğden itibaren 1 haftalık kesin süre içerisinde sunulması olmadığı takdirde mevcut hali ile gönderileceği hususu” Av. …’a tebliğ edilmiştir. Av. … 08.10.2021 tarihli dilekçesinde “gönderilen tebligatı, müvekkilim tarafından Beşiktaş 12. Noterliğinin 15.03.2021 tarihli ve 3935 yevmiye nolu azilnamesi ile azledilmiş olmam nedeniyle iade ediyorum.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
7. O hâlde mahkemenin 30.06.2016 tarihli ve 2016/547 E., 2016/716 K. sayılı direnme kararının, Av. … tarafından verilen 01.07.2016 tarihli süre tutum dilekçesi ile 08.08.2016 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesinin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun UYAP sisteminden yerel mahkemeye gönderilen 06.10.2021 tarihli dosya eksiklik talep yazısının, yerel mahkemenin 07.10.2021 tarihli muhtırasının ve Av. … tarafından verilen 08.10.2021 tarihli beyan dilekçesinin alacaklı Final Varlık Yönetim A.Ş.’ne 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre usulüne uygun tebliğ edilerek, alacaklı Final Varlık Yönetim A.Ş. ‘de 01.07.2016 tarihi ile 08.08.2016 tarihlerini kapsayan Av. …’a verilmiş usulüne uygun bir vekâletnamenin bulunması hâlinde, bu vekâletnamenin sunulmasından sonra temyiz incelemesinin yapılabilmesi için dosyanın Hukuk Genel Kurulu Başkanlığına gönderilmesi, Av. …’ın belirtilen tarihleri kapsayan bir vekâletnamesinin bulunmaması durumunda ise tebliğ tarihinden itibaren yasal temyiz süresinin geçmesi beklendikten sonra alacaklı Final Varlık Yönetim A.Ş. tarafından temyiz dilekçesi verilmesi hâlinde temyiz incelemesinin yapılabilmesi için dosyanın Hukuk Genel Kurulu Başkanlığına gönderilmesi gerekmektedir.
8. O hâlde belirtilen eksikliklerin tamamlanması için dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Yukarıda belirtilen noksanlıkların tamamlanması için dosyanın MAHKEMESİNE GERİ ÇEVRİLMESİNE, 09.11.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU
2018/84 ESAS
2021/1401 KARAR
MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) kararının iptali ve marka hükümsüzlüğü” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davacı vekili ve davalı TÜRKPATENT vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2 Direnme kararı davacı vekili ve davalı TÜRKPATENT vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin ”BERK” ibareli seri markalarının bulunduğunu, davalı şirket tarafından müvekkilinin markaları ile karıştırılacak şekilde 2010/21408 sayılı ”BERKAY” ibareli marka başvurusunda bulunduğunu, bu başvuruya karşı müvekkili tarafından yapılan itirazın ise nihai olarak YİDK tarafından reddedildiğini, oysa davalı şirketin marka başvurusunun müvekkili markaları ile ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğunu ve dava konusu markanın müvekkiline ait seri marka olarak algılanabileceğini ileri sürerek YİDK kararının iptaline, tescili hâlinde davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5.1. Davalı TÜRKPATENT vekili; davalı şirketin marka başvurusu ile davacı markaları arasında iltibasa mahal verir nitelikte bir benzerliğin bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
5.2. Davalı şirket, usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 02.04.2013 tarihli ve 2012/125 E., 2013/62 K. sayılı kararı ile; davalı başvurusu ile davacı markaları arasında başvurunun 30. sınıfında yer alan “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 8/1-b maddesi anlamında bağlantı kurulma ihtimali dâhil karıştırılma ihtimali bulunduğu, diğer emtialar yönünden ise benzerlik bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile YİDK kararının başvuru kapsamındaki 30. sınıfta yer alan “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden kısmen iptaline ve davalı markasının aynı emtialar yönünden kısmen hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı TÜRK PATENT vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 10.06.2014 tarihli ve 2014/4468 E., 2014/10995 K. sayılı kararı ile; “…1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı TPE vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince, mahkemece davalı markası kapsamında kalan 29, 30 ve 32. sınıfa dahil emtiadan yalnızca bitki yapraklarından elde edilen çaylar, buzlu çaylar, ada çayı, ıhlamur ve kekik çayı yönünden davacının markaları kapsamındaki 5. ve 30. sınıfa dahil emtiaların benzer olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak Dairemizin yerleşik kararları uyarınca markaların kapsadıkları ürünlerin benzer tür ürünler olarak nitelendirilebilmesi için piyasanın anlayışı, benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları giderip gidermediği, birbirleri yerine ikame edilebilme ve rekabet olanaklarının olup olmadığı, dağıtım kanalları, kullanım yöntem ve amaçları ile hedeflenen halk kesimleri gibi hususların dikkate alınması gerekmektedir. Mahkemece verilen kararda yazılı gerekçelerle bir kısım ürünlerin benzer tür oldukları benimsenmekle birlikte, davalı marka başvurusunun kapsadığı özellikle içecek grubuna dahil diğer ürünler bakımından yukarıda açıklanan şekilde değerlendirme yapılmadığı gibi, uyuşmazlığın niteliği itibarıyla ürünlerin benzer olup olmadıkları hususunda değerlendirme yapılmasının özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği de dikkate alınarak, bu konuda uzman gıda mühendisinin görüşü alınmaksızın yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 18.11.2014 tarihli ve 2014/411 E., 2014/240 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, davalı başvurusu kapsamında yer alan ve hükümsüzlük kararı dışında kalan diğer içecek grubuna dahil emtialarının, karşıladıkları ihtiyaçlar, tüketici profili, hammadde mamul ilişkisi, üretim ve pazarlama kanalları ve yerleri, ikame olanağı gibi kriterler itibariyle davacı markaları kapsamında yer alan içecek emtiaları ile bir bağlantısının olmadığı, markalar arasında ilişki kurulması ihtimali dahil karıştırılma riskinin bulunmadığı, bu itibarla farklı ihtiyaçları karşılayan, yeterince farklı tüketiciye hitap eden ve ikame olanağı bulunmayan farklı alt gruptaki mallar bakımından “BERK” ve “BERKAY” ibarelerinin yeterince farklılaşmış markalar olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili ve davalı TÜRKPATENT vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemenin ilk kararı ile davalı şirketin “BERKAY” ibareli markasının “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” yönünden davacının “BERK” ibareli markaları ile karıştırılma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle hükümsüz kılınması karşısında davalı marka başvurusunun kapsadığı özellikle içecek grubuna dâhil diğer emtialar bakımından karıştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığı ve bu hususun tespiti bakımından bilirkişi incelemesinin gerekli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A- Davalı TÜRKPATENT vekilinin temyiz talebi yönünden yapılan incelemede;
12. Bilindiği üzere hukukî yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. Davalı TÜRKPATENT vekilinin tüm temyiz itirazları Özel Dairece incelenip reddedildiğinden kesinleşmiştir. Bu nedenle davalı TÜRKPATENT vekilinin kesinleşen yönlere ilişkin olarak temyiz isteminde bulunulmasında hukukî yarar bulunmamaktadır O hâlde davalı TÜRKPATENT vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
B- Davacı vekilinin temyiz talepleri yönünden yapılan incelemede;
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar vardır.
14. Bilindiği üzere, Türk Hukuku’nda sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir. Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 556 sayılı KHK’nin 7. maddesinde bir marka tescil başvurusunun Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından “mutlak ret nedenleri” kapsamında yapılacak inceleme sonucunda reddedilmesinin koşulları belirlenmiştir. Mutlak ret nedenlerinin ortak özelliği, marka olarak tescili talep olunan işaretin kamuyu ilgilendirmesi veya kamuya mal olmasıdır. Ret nedenlerinin mutlak karakteri icabı, herhangi bir kişinin ileri sürmesine gerek kalmaksızın Türk Patent ve Marka Kurumu ve mahkeme tarafından “resen” dikkate alınırlar. Zira mutlak ret nedenleri birer def’i değil, itiraz sebebidir. Mutlak ret nedenlerini, mükellefiyetleri olmamasına rağmen, 556 sayılı KHK’nin 34. maddesi gereği herkes Kurum’un bilgisine arz edebilir ve ilgililer (tescil neticesinde menfaat kaybına uğrayabilecek kişiler) de 556 sayılı KHK’nin 35. maddesi çerçevesinde “itiraz” konusu yapabilirler. İlgililer bu itirazlarından feragat edemezler. İtiraza rağmen YİDK tarafından verilen kesinleşmiş tescil kararına karşı, 556 sayılı KHK’nin 53. maddesi gereğince iptal davası ikame edilebilir. Bu davalarda, mutlak ret nedenleri mahkemece resen dikkate alınır. YİDK kararlarının iptali için açılan davalarda mutlak ret nedenleri hakkındaki inceleme ve değerlendirme başvuru tarihindeki koşullara göre yapılır. Mutlak ret nedenlerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 sayılı KHK’nin 42/1-a maddesi gereğince hükümsüzlük davası açılabilir. Böyle bir dava sonuçlanmadan tescili yolsuz da olsa bir markanın kullanımı engellenemez (Karan, Hakan/Kılıç, Mehmet: Markaların Korunması 556 sayılı KHK Şerhi ve İlgili Mevzuat, 1. Baskı, Ankara 2004, s.79-80).
15. 556 sayılı KHK’nin 8. maddesinde ise markanın tescili ile ilgili “nispi ret nedenleri” düzenlenmiştir. Bu nedenlerin ortak özelliği, tescili talep olunan marka üzerinde üçüncü bir kişinin üstün hak iddiasına dayanmasıdır. Mutlak ret nedenlerinden farklı olarak nispi ret nedenlerinin kamu menfaati ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Nispi ret nedenleri, mahkeme veya Kurum tarafından re’sen dikkate alınmazlar. Bunların mutlaka 556 sayılı KHK’nin 35. maddesi gereğince ilgili kişiler (yani daha önceki bir tarihte tescil edilmiş veya tescil başvurusunda bulunulmuş bir markanın sahibi ile tescilsiz markayı kullanarak bu işaret üzerinde daha eski bir tarihte hak kazanmış olan kişiler) tarafından “itiraz” olarak ileri sürülmesi gerekir. İlgili kişiler, itiraz hakkını kullanmaktan feragat edebilirler. Nispi ret nedenlerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 sayılı KHK’nin 47 ilâ 53. maddeleri arasındaki prosedür takip edilerek kesinleşmiş YİDK kararı aleyhine iptal davası açılabileceği gibi, 556 sayılı KHK’nin 42/1-b maddesindeki şartlar dairesinde hükümsüzlük davası da ikame edilebilir.
16. Somut olay ile ilgisi bulunması bakımından nispi ret nedenlerinden 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi üzerinde durulmasında yarar vardır.
17. 556 sayılı KHK’nin 8/1-a ve b maddesindeki düzenleme; “Tescil edilmiş veya tescil için başvuru yapılmış bir markanın sahibi tarafından itiraz yapılması durumunda aşağıdaki hallerde marka tescil edilemez:
a) Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı ise ve aynı mal veya hizmetleri kapsıyorsa,
b) Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa…” hükmünü haizdir. Buna göre anılan madde kapsamında tescil için başvurusu yapılan marka ile tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka arasında halk tarafından karıştırılma ihtimalinden (iltibas) bahsetmek için hem karşılaştırmaya konu marka işaretleri arasında hem de işaretlerin tescil edileceği mal ve hizmetler arasında aynılık veya benzerlik olması gerekir.
18. 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi kapsamında markalara ait mal ve hizmet listelerinde yer alan mal ve hizmetlerin “aynı veya benzer” olup olmadığının değerlendirmesinde, sınıflandırmaya ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemelerin bağlayıcı kurallar içermediği dikkate alındığında, karşılaştırma konusu mal ve hizmetlerin ait oldukları sınıf numaraları ile bağlı kalınmamalıdır. Karşılaştırmaya konu mal veya hizmet farklı sınıflarda yer almakla birlikte, hammadde-mamul ilişkisi, pazarlama koşulları, amaçları, satış sonrası servis ve onarım süreçlerinde ortaya çıkan müşteri çevresindeki ayniyet, birinin diğeri yerine ikame edilebilmesi gibi birçok açıdan benzerlik içerebilmektedir. Bu itibarla karşılaştırmaya konu mal veya hizmet farklı sınıflarda olsa da “aynı veya benzer” olabilmektedir.
19. Tescil için başvurusu yapılan marka ile tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka arasında halk tarafından karıştırılma ihtimalinden bahsedebilmek için mal ve hizmetin aynı veya benzer olmasının yanında işaretlerin de “aynı veya benzer” olması gerekmektedir. İşaretler arasında benzerlik değerlendirmesi yapılırken işaretler arasında görsel, işitsel ve anlamsal benzerliğin yanında esas olarak halk (tüketici) nezdinde bir bütün olarak uyandırdığı izlenim esas alınmalıdır. Bir işaret, görsel, işitsel, anlamsal veya diğer bir açıdan farklı olsa bile, “bütünsel” bir açıdan kendisine yaklaşıldığında herhangi bir sebeple halk gözünde başka bir marka ile bağlantısı varmış intibaı yaratarak onu çağrıştırıyorsa ve bu yüzden halkın mal veya hizmet tercihinde etkili oluyorsa, marka olarak tescili engellenebilir. Başka bir deyişle müşterilerin ihtiyaçları olan mal veya hizmetleri bunları ayırt etmek maksadıyla kullanılan işaretlerin birbirine yakınlığı dolayısıyla karıştırmaları ihtimal dâhilindeyse bir marka ile diğer bir işaret arasında “benzerlik” vardır (Karan/Kılıç, s. 199). Bu itibarla markanın bir bütün olarak algılanmasına etki eden bütün unsurlar her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmeli ve halk tarafından karıştırılma ihtimali buna göre belirlenmelidir. Burada belirtilen halk; işin ilgilisi veya uzmanı olmayan ancak doğrudan muhatabı olan ortalama tüketicidir.
20. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, tüketicilerin bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde ve herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım veya bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Hatta markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” bunların karıştırılabileceği yönünde ise iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.06.2012 tarihli ve 2012/11-155 E. 2012/376 K. sayılı kararı). Başka bir deyişle karıştırılma ihtimali; görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, çağrıştırma, bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman, markanın asıl unsurları ve tamamlayıcı unsurları, telaffuz, anlam veya biçimden, işaretlerin toplu olarak bıraktığı izlenimden, seri içine girmekten veya başka bir çağrışımdan kaynaklanabilir. Yine tüketicilerin, karşılaştırılan işaretler arasında herhangi bir şekilde “bağlantı” kurabilmesi de benzerlik bulunduğunu kabul etmek için yeterli olmaktadır.
21. Hemen belirtilmelidir ki; işaretlerin benzerliğinde ve karıştırılma ihtimalinde dikkate alınacak önemli bir unsur da, önceki markanın ayırt edici niteliğidir. Önceki markanın ayırt edici niteliği düşük ise küçük farklılıklarla dahi karıştırılma ihtimali ortadan kaldırılabilir. Bu gibi hâllerde önceki marka ile başvuru arasında mevcut farklı unsurların veya ortak unsurlara yapılan ilavelerin ayırt ediciliği ve sonraki başvuruyu yeterince farklılaştırıp farklılaştırmadığı üzerinde durulmalıdır. Nitekim Avrupa Marka ve Tasarım Ağı Ortak Bildirgesinde de belirtildiği üzere, markalar düşük seviyede ayırt ediciliği olan bir unsuru paylaşıyorsa, karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde örtüşmeyen bileşenlerin markaların genel izlenimi üzerindeki etkisine odaklanılacaktır (Karasu, Rauf/ Suluk, Cahit/ Nal Temel: Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, 2018, s. 189). Başka bir deyişle önceki markanın ayırt edici niteliği düşük ise markaların örtüşmeyen bileşenlerinin benzerlikleri/farklılıkları ve ayırt edicilikleri ele alınarak sonuca gidilecektir.
22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı şirket tarafından 01.04.2010 tarihinde “BERKAY” ibaresinin marka olarak tescili istemiyle Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvuruda bulunulduğu, tescil kapsamında 29, 30 ve 32. sınıftaki bazı emtiaların yer aldığı, başvurunun ilan edilmesi üzerine davacı tarafından 05 ve 30. sınıfta yer alan “Tıbbi amaçlı bitkiler ve bitkisel içecekler; bitki karışımları ve konsantreleri; şifalı bitki çayları, zayıflatıcı çaylar, ginseng çayı. Çaylar, buzlu çaylar” emtialarında tescilli “BERK” esas unsurlu markaları dayanak gösterilerek itirazda bulunulduğu, itirazın Markalar Dairesince reddi üzerine, yeniden inceleme isteminin de YİDK tarafından reddedildiği ve başvurunun 24.09.2012 tarihinde tescil edildiği anlaşılmaktadır.
23. Davalı başvurusunda tek ve asıl unsur kalın ve büyük harflerle yazılmış “BERKAY” ibaresinden oluşmaktadır. Bu sözcük dilimizde “güçlü ve sağlam kimse” anlamına gelmekte ve yaygın erkek adı olarak kullanılmaktadır. Davacı markalarında ise “BERK” ibaresi ya tek başına ya da tescil kapsamındaki ürün olan çayın tür, nitelik ve özelliklerini belirten tanımlayıcı ilaveler ile kullanılmaktadır. Davacı markalarının asıl unsuru olan “BERK” kelimesi dilimizde “sert, katı, sağlam” anlamına gelmekte ve başvuruda olduğu gibi erkek adı olarak kullanılmaktadır. Şu hâlde davacı markalarının asıl unsuru, başvurunun ilk dört harfi olan “BERK” ibaresi ile aynıdır. Dolayısıyla, getirilen “AY” eki nedeniyle, davalı başvurusu ile davacı markaları aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzer sayılmazlar ise de, genel intiba, görünüm, okunuş ve anlam olarak benzer oldukları kuşkusuz görülmüştür. Bilindiği gibi ortalama tüketicilerin algısında baskın kısım soldan sağa okunan sözcük markalarında ilk harf ve hecedir. Kaldı ki “AY” eki anlam ya da kavramsal olarak başvuruyu davacı markalarından uzaklaştırabilmiş değildir. Bu nedenle taraf markaları arasında en azından ticari, ekonomik ve idari bir bağlantı bulunduğu yanılgısı kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır.
24. Mahkemece davalı başvurusu ile davacı markaları arasında başvurunun 30. sınıfında yer alan “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında bağlantı kurulma ihtimali dâhil karıştırılma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle davalı markasının anılan emtialar yönünden hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Esasında taraf markalarının “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden benzer olduğu hususunda mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu itibarla taraf markalarının anılan emtialar yönünden karıştırılma ihtimalinin bulunduğu kabul edildiğine göre davalı markasında yer alan bu emtialara benzeyen emtialar yönünden de karıştırılma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir. Başka bir deyişle davalı başvurusundan “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları çıkartıldığından başvuru kapsamında hâlâ davacı markasının tescilli olduğu emtialar ile benzer mallar bulunmaktadır.
25. Taraf markalarının “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden karıştırılma ihtimalinin bulunduğu kabul edildiğine göre davalı marka başvurusunun kapsadığı özellikle içecek grubuna dahil diğer ürünler bakımından yukarıda açıklanan şekilde değerlendirme yapılması özel ve teknik bilgiyi gerektirmektedir. Zira 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi kapsamında markalara ait mal ve hizmet listelerinde yer alan mal ve hizmetlerin “aynı veya benzer” olup olmadığının değerlendirmesinde, hammadde-mamul ilişkisi, pazarlama koşulları, amaçları, satış sonrası servis ve onarım süreçlerinde ortaya çıkan müşteri çevresindeki ayniyet, piyasanın anlayışı, benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları giderip gidermediği, birbirleri yerine ikame edilebilme ve rekabet olanaklarının olup olmadığı, dağıtım kanalları, kullanım yöntem ve amaçları ile hedeflenen halk kesimleri gibi hususların dikkate alınması gerekmektedir. Bu hususların değerlendirmesi ise hâkimin hukuk bilgisi dışında kalan ve niteliği gereği teknik veya özel bilgiyi gerektiren alanında uzman gıda mühendisinin görüşü alınmak suretiyle yapılmalıdır.
26. O hâlde mahkeme ihtisas mahkemesi olsa dahi, somut uyuşmazlığın hâkimin hukukî bilgisi ile çözümünün mümkün olmadığı, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği gözetilerek alanında uzman gıda mühendisinden görüş alınmak suretiyle davalı marka başvurusunun kapsadığı özellikle içecek grubuna dahil diğer ürünler bakımından da davalı başvurusu ile davacı markası arasında karıştırılma ihtimalinin (iltibas tehlikesinin) bulunup bulunmadığı belirlenmelidir.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; somut olayda çekişmeli mal/hizmetlerin teknik bilgiyi gerektirecek şekilde emtiaları barındırmadığı için benzerlik incelemesinin hâkimin hukukî bilgisiyle yapılabileceği ve bu yönde bilirkişi incelemesinin doğru olmadığı, davalı başvurusunda kalan emtialar yönünden; ürünlerin doğası, kullanılış biçimleri, karşıladığı ihtiyaçlar, ikame olasılığı itibariyle bir benzerlik ve karıştırma ihtimalinin olmadığı, zira ortalama tüketicinin yeterince özenli makul derecede bilgili olduğu gözetildiğinde davacının “BERK” ibaresi markaları ile davalının “BERKAY” ibareli başvurusunun örtüşmeyen mallar açısından yeterince farklı ve iltibas tehlikesini ortadan kaldıracak seviyede davacı markalarından uzaklaştığı, bu itibarla direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
I- Yukarıda A bendinde (§12) belirtilen gerekçelerle davalı TÜRKPATENT vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan oy birliği ile REDDİNE,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
II- Yukarıda B bendinde (§13-28) belirtilen gerekçelerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince oy çokluğu ile BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.11.2021 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Dava, Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) kararının iptali ve marka hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup mahkemece, davalının “BERKAY” ibareli başvurusu ile davacının “BERK” ibareli markaları aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzer sayılmazlar ise de genel intiba, görünüm, okunuş ve anlam olarak benzer oldukları, davacıya ait “BERK” ibareli markaların “çay” emtiası yönünden belirli bir kullanım ve tanıtım sonucu ayırt ediciliğinin arttığı, dolayısıyla davalı başvurusu ile davacı markalarının “çay” emtiası yönünden karıştırılma ihtimalinin bulunduğu, diğer emtialarda karıştırılma ihtimalini bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile YİDK kararının başvuru kapsamındaki 30. sınıfta yer alan “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden kısmen iptaline ve davalı markasının aynı emtialar yönünden kısmen hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.
Kararın temyizi üzerine Özel Dairece; mahkemece verilen kararda bir kısım ürünlerin benzer tür oldukları benimsendiği hâlde davalı marka başvurusunun kapsadığı özellikle içecek grubuna dahil diğer ürünler bakımından karıştırılma ihtimali değerlendirmesinin yapılmadığı, uyuşmazlığın niteliği itibarıyla ürünlerin benzer olup olmadıkları hususunda değerlendirme yapılmasının özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği, bu nedenle bu konuda uzman gıda mühendisinin görüşü alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuş; mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemenin ilk kararı ile davalı şirketin “BERKAY” ibareli markasının “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” yönünden davacının “BERK” ibareli markaları ile karıştırılma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle hükümsüz kılınması karşısında davalı marka başvurusunun kapsadığı özellikle içecek grubuna dâhil diğer emtialar bakımından karıştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığı ve bu hususun tespiti bakımından bilirkişi incelemesinin gerekli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266/1 maddesi; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.” düzenlemesini içermektedir. Bilirkişi incelemesinin esası; uyuşmazlığın çözümünde gerekli olan özel veya teknik bilgiyi dava dosyasına temin etmektir. 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince bilirkişi; çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü veya yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda hâkim, hukuk bilgisi dışında kalan ve niteliği gereği özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususları, alanında uzman kişi veya kişiler aracılığıyla inceleyecek ve elde edilen bilgi ile yapılacak değerlendirme sonucu karar tesisi için gereken kanaate ulaşabilecektir.
Somut olayda davalı başvurusu ile davacı markaları arasında, çekişmeli emtialar yönünden karıştırılma ihtimalinin (iltibas) değerlendirilmesi gerek işaretler ve gerekse markaların kapsadığı mal ve hizmetler yönünden yapılacak kıyaslama dâhil olmak üzere, tümüyle hukukî bir meseledir. Şüphesiz iltibas değerlendirmesine konu çekişmeli malların/hizmetlerin kimyasal, fiziksel yapısı, niteliği, nerede nasıl kullanıldığı gibi, genel ve hukukî bilgi kapsamında olmayan bir kısım teknik konuların açıklanması için mahkemece ihtiyaç duyulduğunda doğrudan bu sorular formüle edilerek belirli ve sınırlı teknik bilgiler gıda mühendisi bilirkişiden sorulması gerekir. Nitekim bilirkişi incelemesine karar verildiğinde de, HMK’nin 273. maddesi gereğince inceleme konusunun bütün sınırlarıyla ve açıkça belirlenmesi, bilirkişinin cevaplaması gereken soruların tespiti zorunludur. Oysa somut olayda çekişmeli mal/hizmetlerin teknik bilgiyi gerektirecek şekilde emtiaları barındırmadığı gözetildiğinde benzerlik incelemesinin tamamen hukukî bir mesele olduğu ve bu yönde bilirkişi incelemesinin doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının “BERK” ibareli markaları 05 ve 30. sınıfa dahil “tıbbi amaçlı bitkiler ve bitkisel içecekler, bitki karışımları ve konsantreleri, şifalı bitki çayları, zayıflatıcı çaylar, ginseng çayı, çaylar buzlu çaylar” emtiaları için tescillidir. Davalının “BERKAY” ibareli marka başvurusunda yer alan “bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı” emtiaları yönünden marka hükümsüz kılındığı için geriye içecek grubuna dâhil “süt ve süt ürünleri: süt, ayran, süttozu, kefir, süt oranı fazla sütlü içecekler; kahve, kakao, suni kahve, kahve yerine geçen maddeler, kahve veya kakao esaslı içecekler; Biralar, bira yapımında kullanılan preparatlar, maden suları, kaynak suları, sofra suları, sodalar, tonikler, sebze ve meyve suları, bunların konsantreleri ve özleri, meşrubatlar” yer almaktadır.
Davalı başvurusunda yer alan ve aynı veya aynı tür olmayan (çaylar ve bitki çayları dışında kalan) emtialar ve özellikle yukarıda belirtilen içecek grubunda yer alan emtialar yönünden; ürünlerin doğası, kullanılış biçimleri, karşıladığı ihtiyaçlar, ikame olasılığı itibariyle bir benzerlik ve karıştırma ihtimalinin olmadığı, zira ortalama tüketicinin yeterince özenli makul derecede bilgili olduğu gözetildiğinde davacının “BERK” ibaresi markaları ile davalının “BERKAY” ibareli başvurusunun örtüşmeyen mallar açısından yeterince farklı ve iltibas tehlikesini ortadan kaldıracak seviyede davacı markalarından uzaklaştığı kabul edilmelidir. Gerçekten de bozma kararında işaret edilen özellikle içecek grubuna dahil emtiaların, karşıladıkları ihtiyaçlar, tüketici profili, hammadde-mamul madde ilişkisi, üretim ve pazarlama kanalları ile yerleri, ikame olanağı gibi kriterler itibariyle davacı markaları kapsamındaki yer alan emtialar ile bir bağlantısı olmadığı gibi, ilişki kurulması ihtimali de dahil karıştırılma riski bulunmamaktadır. Başka bir deyişle davacının “BERK” ibareli markasını gören bilen ortalama tüketicinin, davalı başvurusunda yer alan “süt ve süt ürünleri: süt, ayran, süttozu, kefir, süt oranı fazla sütlü içecekler; kahve, kakao, suni kahve, kahve yerine geçen maddeler, kahve veya kakao esaslı içecekler; Biralar, bira yapımında kullanılan preparatlar, maden suları, kaynak suları, sofra suları, sodalar, tonikler, sebze ve meyve suları, bunların konsantreleri ve özleri, meşrubatlar” emtiası üzerinde “BERKAY” şeklindeki davalı markasını gördüğünde, bunların aynı veya ekonomik, ticari, idari bağlantıları olan işletmelerden gelen mallar olduğunu sanması ve bağlantı kurması ihtimali yoktur. Zira dava kısmen kabul edilen aynı sınıfın aynı alt grubunda bulunan ve aynı tür olan (bitki yapraklarından elde edilen çaylar; buzlu çaylar; ada çayı; ıhlamur; kekik çayı) yönünden düşük de olsa bir karıştırılma ihtimali mevcut ise de, yeterince farklı tüketiciye hitap eden, ikame olanağı bulunmayan farklı alt gruptaki mallar bakımından “BERK ” ve “BERKAY” ibareleri yeterince farklılaşmış markalardır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan Sayın Çoğunluğun bozma görüşüne katılamıyorum.
Avukat Hakan DİMDİK
Avukat Hakan DİMDİK
Avukat Hakan DİMDİK
68 ANLAMINDA BELGE (1) 556 SAYILI KHK 8/1-B (1) 556 SAYILI KHK 35 (1) AKSİ İSPATLANABİLEN KARİNE (1) ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ (2) AVUKATIN AZLİ (1) AVUKATLIK HUKUKU (1) BASİT YARGILAMA USÛLÜ (1) BONO (1) BORÇLAR GENEL HUKUKU (4) BORÇLAR HUKUKU (3) BORÇLAR ÖZEL HUKUKU (3) CEZA KOŞULU (1) CEZAİ ŞART (1) DEFİ VE İTİRAZ (1) DELİL (1) DELİLE DAYANMAKTAN VAZGEÇMİŞ SAYILMA (1) DELİL SUNMA SÜRESİ (1) DİRENME (1) FAİZ (1) FİİLİ ÇALIŞMA (1) GECİKME TAZMİNATI (1) HMK 24 (1) HMK 76 (1) HMK 77 (1) HMK 114 (1) HMK 114/f (1) HMK 119 (1) HMK 119/1-e (1) HMK 119/1-f (1) HMK 120 (1) HMK 120/1 (1) HMK 121 (1) HMK 140 (1) HMK 140/5 (1) HMK 189 (1) HMK 189/1 (1) HMK 190 (2) HMK 219 (1) HMK 219/1 (1) HMK 221 (1) HMK 221/1 (1) HMK 266 (1) HMK 316 (1) HMK 316/1-A (1) HMK 318 (1) HMK 319 (1) HMK 322 (1) HMK 322/1 (1) INCOTERMS (1) KAMBİYO SENETLERİ (1) KAMULAŞTIRMA HUKUKU (5) KAPALI FATURA (1) KARİNE (1) KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ (2) KAT MÜLKİYETİ (9) KAT MÜLKİYETİ - GİDER VE AVANS PAYI (2) KAT MÜLKİYETİ - OY NİSABI (1) KAT MÜLKİYETİ - TAZMİNAT (1) KAT MÜLKİYETİ - YÖNETİCİ SEÇİMİ (1) KAT MÜLKİYETİ - YÖNETİM PLANI (1) KOOPERATİFLER HUKUKU (1) KUSURSUZ SORUMLULUK (1) KİRA SÖZLEŞMESİ (4) LEX MERCATORIA (1) MAKALE (1) MAL BEYANI (1) MARKA HUKUKU (1) MARKA KORUMASI (1) MARKANIN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ (1) MARKA TESCİLİNDE MUTLAK RED NEDENLERİ (1) MÜLKİYET HUKUKU (1) MİRAS HUKUKU (6) MİRAS HUKUKU - DENKLEŞTİRME (3) MİRAS HUKUKU - MUVAZAA (3) MİRAS HUKUKU - MİRASIN REDDİ (1) MİRAS HUKUKU - TEREKE (1) MİRAS HUKUKU - TEREKEYE TEMSİLCİ ATANMASI (1) MİRAS HUKUKU - ÖLÜNCEYE KADAR BAKMA SÖZLEŞMESİ (1) OTELCİLİK (1) SATIŞ SÖZLEŞMESİ (1) SÖZLEŞME HAZIRLAMA (4) SÖZLEŞME HUKUKU (6) TAHKİKAT (1) TASARRUF İLKESİ (1) TMK 6 (1) ULUSLARARASI SATIŞ SÖZLEŞMESİ (1) VASİLİK - KISITLILIK (1) VEKİLİN AZLİ (1) YASAL DANIŞMANLIK (1) YAZILI YARGILAMA USÛLÜ (1) YAŞLILIK AYLIĞI (1) ÖDEME SAVUNMASI (1) İCRA HUKUKU (8) İSPAT (2) İSPAT YÜKÜ (2) İSPAT YÜKÜNÜN YER DEĞİŞTİRMESİ (2) İTİRAZIN İPTALİ DAVASI (2) İİK 67 (1) İŞE İADE DAVASI (1)